HOŞ GELDİNİZ

maden ve madenciliğe ilişkin yazı, fotoğraf, belge ve bilgilerin paylaşılması amacıyla hazırladığım bu sayfaya isteyen herkes katkı sunabilir. bilgi örgütlendikçe anlam kazanır, insan öğrendikçe...

28 Temmuz 2008 Pazartesi

Görkemli Bir Geçmişten Yıkıma 1

Armutçuk, ekonomik büyüklüğü,ülkeye kattığı katmadeğeri ve geçmişte yaşadığı hızlı, kozmopolit nüfus artışına rağmen resmi kayıtlarda adı geçmeyen bir kenttir.Daha doğrusu Armutçuk Kömür İşletmesi (AKİ) adı dışında bir yerleşim yeri olarak Armutçuk adına rastlanmamaktadır.

Bunun nedeni Armutçuk’un kömür üretimiyle gerçekleşen göçlerle kurulup,nüfus kayıtlarının ve yerleşim biriminin Armutçuk’tan önce kurulu bulunan Keşkek ve Gökçeler (Neyren) köyleri esas alınarak oluşturulmasıdır.

Kömür üretiminin ilk olarak nerede başladığına ilişkin kesin bir bilgi olmamakla birlikte üretimin kolay olması(artı kotlar),deniz taşımacılığına elverişlilik,kurulu tesislerin eskiliği,ilk maden kazalarına ilişkin kayıtlar(1913 Çamlı grizusu)bugün Armutçuk olarak adlandırdığımız kentin Çamlı ve Kandilli den doğru kurulduğunu ,üretim bölgelerinin değişimine paralel olarak yer değiştirdiğini 1960 sonrası bugünkü üretim noktasında yoğunlaşılmasıyla birlikte Armutçuk’un da kent görünümü kazanmaya başladığını görüyoruz.

1960 yılına kadar olan yerleşim madenlerde çalışmaya gelen işçilerin kuyu (ocak) başlarında yapılan barakalarda barındırılmasıyla gerçekleşmiş,dönemin enerji politikaları,kömür üretimine verilen önem yoğun işçi alımını beraberinde getirmiş, ilk işçiler köylerindeki akrabalarını,tanıdıklarını da çağırarak nüfusun artmasını sağlamışlardır.

Armutçuk’un ilk yerleşimcilerinin de anlattıkları yukarıda söylediklerimizi doğrulamaktadır. Çamlı ve Kandilli ve Kızılsu mahallelerinden sonra kurulan Yayla, Geyikbeli, Şehitlik ve Merkez mahallerinin kuruluş sürecini yaşayanlar (özellikle sivil evlerin yapımında) AKİ (Armutçuk Kömür İşletmesi’nden elektrik alabilmek için aranan 30 konut ve üzeri koşulunu gerçekleştirebilmek için ahırları bile konut olarak göstermişlerdir.
YERLEŞİM (KENTLEŞME)
Armutçuk’ta ilk yerleşim AKİ (EKİ-TTK)nın yaptığı lojmanlarla başlanmıştır.Yayla ve Uzunmehmet (Merkez) mahalleleri kurulmuş,ardından sivil evler yapılmaya başlamıştır.AKİ lojmanları Geyikbeli mahallesindeki Helvacı Gölü çevresinde kurulan kırmızı tuğla ocağı ve Kandilli sahilindeki kireç taşlarının işlendiği kireç ocağında üretilen tuğla ve kireçle yapılmıştır. İlk yapıların çoğunda çimento kullanılmamıştır.Nedeni olanaksızlıklar olabilir. {Helvacı Gölü ardını bir iddiadan almaktadır. Gölü karşıdan karşıya geçeceğini iddia eden bir kişiyle geçemeyeceğini iddia edenler helva karşılığında iddialaşırlar.Ancak adam boğulur.Gölün adı Helvacı Gölü olarak kalır.Bu göl bugünkü Geyikbeli ile Şehitlik (mezarlık tarafı)arasında kalmakta olup 1981yada 1982 de EKİ tarafından kurutulmuştur.}

AKİ lojmanları bekar ve aile tipi olarak yapılmış,evlerin ölçüleri,birbirine olan uzaklıkları, bahçeleri-su-elektrik-kanalizasyon şebekelerinin halen kullanılıyor olması gibi özellikleriyle örnek bir imar planına sahiptir.Kömür üretimine verilen önem,sosyal devlet anlayışının egemen olması gibi nedenlerle AKİ {EKİ} kurduğu her mahallenin ihtiyaçlarını karşılayacak sosyal -kültürel altyapıyı oluşturmuştur.

EĞİTİM
1983 yılına kadar iki ilkokulu, bir ortaokulu,bir lisesi bulunan Armutçuk eğitim öğrenim niteliği açısından Zonguldak ve ülkemiz açısından önemli bir deneyimdir. Armutçuk’taki bu okullar EKİ’nin okulları olup öğretmenleri EKİ’nin kadrolu memurlarıdır. Tüm ihtiyaçları EKİ tarafından karşılanan bu okulların eğitim kalitesini anlatmak için sınavla öğrenci alan Endüstri Meslek Lise’nin Armutçuk çıkışlı öğrencileri sınavsız aldığını belirtmek yeter sanırım.EKİ ya da sosyal devlet öğrenime öylesine önem vermiş ki ,bugün tartışılan taşımalı eğitimi 1970’li yıllarda aksatmaksızın gerçekleştirmiştir.

{Bu arada belirtmek gerekir ki taşımalı eğitim çocukların en azından üçüncü sınıfı kadar doğup büyüdükleri yerde öğrenim gördükten sonra başlamılıdır.Yabancı ve kendini güvende, rahat hissetmeyen öğrencinin öğrenme düzeyi düşük kalabiliyor.}
Gökçeler,Pazaryeri,Kandilli,Çamlı,Bayat gibi yerleşim yerlerinden öğrencileri Armutçuk’a taşımış Armutçuk’ta okumayan öğrencileri de Ereğli’ye taşımıştır. Aylık ünite dergilerinin getirildiği, labarotuvar malzemelerinden , harita ve iş teknik malzemelerine kadar her türlü araç-gerecinin bulunduğu bu Okullar 1983 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilmiş,o dönemlerdeki eğitim ve öğrenim kalitesine bir daha ulaşılamamıştır.

ERDEMİR’İN HER TÜRLÜ ÖZELLEŞTİRİLMESİNE HAYIR

Not:Bu yazı 2005 yılında kdz Ereğli Gündem Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Görkemli Bir Geçmişten Yıkıma 2

ULAŞIM
Kömür üretimiyle kurular ve geçmişi büyük olasılıkla 1850’li yılları kadar giden Armutçuk’ta kara ulaşımında ilk olarak at ve katırların kullanıldığı EKİ’nin yaptığı aile tipi lojmanlar ve Aşağı Kandilli olarak bilinen şu anda yıkıntıları bulunan {l995 yılında TTK tarafından yıkıldı} misafirhanenin bodrum katının ahır olarak kullanıldığı bilinmektedir.Yine aynı bölgede hem yerüstü hem yer altı işlerinde çalıştırılmakta olan çok sayıda katırın beslendiği ahırın bulunduğu, işçi kömür istihkaklarının bu katırlar aracılığı ile dağıtıldığı,EKİ iş tanımlarında seyis kadrosunun bulunduğu bilinmektedir.Daha eski yıllarda EKİ yöneticilerinin kendilerine tahsis edilmiş atlarının ve seyislerinin olduğu canlı tanıklıklarla bi- linmektedir.İşçiler köylerinden yürüme gelip gitmekte , çoğunluğu münavebeli {1 ay çalışıp 1 ay köyünde dinlenen } işçi olduğu için ocak başlarında kurulu bulunan pavyonlarda {işçi yurtlarına verilen ad} kalmaktadırlar.Denizden uzak noktalarda {92-Alacaağzı, bugünkü Kandilli İşletmesi} çıkarılan kömür havai hatlarla deniz kenarına indirilmekte ,buradan mavnalara yüklenerek Ereğli’ye taşınmıştır.

Daha sonra kamyondan bozma otobüsler getirilmiş,işçi taşımacılığından öğrenci taşımacılığına,bölge halkının Ereğli pazarına {pazartesi ve cuma günleri } taşınmasından bölge içi servis hizmetine dek her türlü ulaşım hizmeti bu araçlarla karşılanmıştır.Aynı dönemlerde Armutçuk Ereğli arasında demiryolu ulaşımına geçilmiş,kömür taşımacılığı başta olmak üzere ulaşım büyük ölçüde trenle karşılanmaya başlanmış , Ereğli’den gelen işçi, öğrenci ve diğer yolcular tahta kasalı otobüslerle Pazaryeri,Kızılsu,Yayla, Aşağı Kandilli , Geyikbeli ve Çamlı’ya taşınmaktaydı. Bu otobüsler l980’den sonra normal otobüslere dönüştürülmeye başlanmış, Armutçuk Belediyesi kurulduktan sonra {l987} yalnızca işçi taşımacılığında kullanılmış, 1997 yılında itibaren yalnızca iç hizmetlerde kullanılma kararı alınmış daha sonra büyük çoğunluğu “tasarruf” yapmak adına ya satılmış ya da ıskat edilerek hurdaya çıkarılmıştır. Aynı tasarruf anlayışının uzantısı olarak 2000 yılında demiryolu taşımacılığı bırakılmış,lokomotif ve vagonlar Adapazarı ‘na personel ise diğer demiryolu işletmelerine gönderilmiştir.Ereğli’ye kömürün kamyonlarla taşınmasının daha ucuza malolacağı idda edilmiştir. Aynı yıl işçi taşımacılığı tamamen bırakılmış işçiler ulaşımlarını kendileri sağlamaya başlamışlardır. Pavyonların da kapatılmasıyla mesai saatlerinin başlangıç ve bitiş anlarında çok yoğun bir araç trafiği oluşmuştur.Bu yoğunluk bugün de sürmektedir.

SAĞLIK
1980 yılına kadar tüm Zonguldak’ta olduğu gibi Armutçuk’ta da ülke ortalamasının üzerinde bir sağlık olanağı bulunmaktadır. İlk üretim ve yerleşim noktalarından olan Aşağı Kandilli’de kurulmuş olan hastane daha sonra Merkez Mahallesi’ne bugün olduğu yere taşınmıştır. 60 yatak kapasiteli bu hastane çeşitli branş hekimlerinin bulunmasının yanında , teknik açıdan ameliyat yapılabilmesiyle de dikkat çekicidir.

Tüm ilk tedavilerin yapıldığı bu hastane 12 Eylül darbesinin toz dumanı içinde dispansere dönüştürülmüş, araç-gereçleri diğer hastanelere aktarılırken doktorların büyük çoğunluğu KDZ Ereğli SSK Hastanesi’ne gönderilmiştir. l983 grizusunda l07 kişinin ölmesinin en büyük nedeni doktor, yeterli ve gerekli tıbbi malzemenin bulunmamasıdır.

Maden kazaları ve hastalıklarının yoğun olarak yaşandığı Armutçuk’taki tek sağlık kurumu saat 16:00’dan sonra doktor bulunmayan dispanserdir. 2005 yılında SSK Hastanelerini Sağlık Bakanlığı’na devri ile sağlık ocağına dönüştürüldü.

NÜFUS
1987 yılında Armutçuk Belediyesi kurulduğunda çevre yerleşim yerleriyle birlikte 20 bini aşan nüfusuyla ilçe olması için çalışmalar yapılmıştır . Madenlerde uygulanan özelleştirme ve daraltma eksenli politikaların uzantıları,ülke kaynaklarının üretiminde-işletilmesinde - yönetilmesinde bakkal hesabı yaklaşımları sonucu çevresiyle birlikte 5 binin altına düşen nüfusuyla terkedilmiş altın madeni kasabalarına dönüşmüştür.

NOT: Bu yazı yazıldığı tarihte Armutçuk olan yerleşim yerinin adı Kandilli olarak değiştirilmiştir. Dolayısıyla yazının özgün biçimine dokunulmamıştır. Ayrıca yerleşim yerlerinin önemli ve tarihsel özellikleriyle yaşadığı, yaşatılması gerektiği düşüncesiyle Armutçuk adı bu yazıda değiştirilmemiştir.

Kandilli,Payton vincinin bulunduğu deniz kıyısında kurulu mahallenin adıdır. Ancak bu bölge tamamen yıkılmıştır.
ERDEMİR’İN HER TÜRLÜ ÖZELLEŞTİRİLMESİNE HAYIR!

Not:Bu yazı 2005 yılında kdz Ereğli Gündem Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Abi Ne Olacak Halimiz?

Eve gidiyordum. Tanıdığım gençlerden biriyle karşılaştım. Konuşmak istediğini söyleyerek kahvehaneye çağırdı. Daha sonra bir-iki derken yedi kişi oldular. Hepsi işsiz. İçlerinde askerliğini yapmış olanlar var. Lise sonda okuyanlar, üniversite sınavına girecek olanlar var.

Ortak kaygıları işsizlik ve yoksulluk. Bazıları kısa süreli işlerde çalışarak harçlıklarını çıkarmış olmanın günlük hazzını yaşıyorlar. Ancak sigortalı bir işe girememiş olmanın yarattığı gelecek kaygısı da, çıkacak bir iş olanağını kaçırmamanın telaşı da seziliyor konuşma aralarında.
Yaklaşık 3,5 saat süren keyifli ancak hüzünlü bir konuşma sonrası hem üzüldüm,hem sevindim.

ÜZÜLDÜM
Üzüldüm. Çünkü, toplum içinde varolmak ve ayakları üzerinde durabilmek için çırpındıkça umutsuzluğa kapıldıklarını gözlemledim. Israrla: “Nolacak abi bizim halimiz” sorusunu ve geçmişten bugüne kendilerine verilen iş sözlerini anımsatıyorlar. Üzüldüm. Çünkü, boşa çıkarılmış umutların ve köreltilen güvenin izlerini gördüm konuşmalarında.

Alacaağzı’nın üretime geçeceği anı bekliyorlar. Böylece ocağa (işe) girme olanağı bularak yarınlarını kurtaracaklarını düşünüyorlar. 700-800 YTL. arası bir aylık ücret, düzenli olarak ödenecek sigorta primi yetiyor onlara.

TTK’da çalışıyor olmam nedeniyle; “Alacaağzı ne zaman başlar abi?” sorusuyla neredeyse her gün karşılaşıyorum. Bu sohbet sırasında da soruldu.
Üzüldüm. Çünkü, sigara, çay-kahve paralarını bile ailelerinden istemek zorunda kalmalarının ezikliğini duyabiliyorum. Canı çok sıkılıp da paylaşmak isteyenler bunu da anlatıyorlar zaten. Belki yardımcı olabileceğimi düşünüyorlar. Belki de yalnızca rahatlamak için anlatıyorlar. Üzüldüm. Birşey yapamıyor olmanın ezikliğini duyumsadım içten içe.

SEVİNDİM
Sevindim, Çünkü, kendilerini en çok etkileyen ve ilgilendiren işsizlik sorunuyla birlikte ülke sorunlarına da duyarlılar.

Ermeni sorunu, Kıbrıs, AB gibi uluslararası sorunların yanında Apo’nun yeniden yargılanması, gelir dağılımındaki adaletsizlik, Erdemir’in özelleştirilmesi gibi ulusal sorunlara da duyarlılar. Ulusal ve bölgesel gündemlere uzak değiller.

Ancak, uluslararası sorunlar dahil olayları Kurtlar Vadisi dizisinde izledikleriyle paralellikler kurarak açıklamaya çalışmak gibi kolaycı eğilimleri var. Elbette etkileşimler de yaşanıyor. (Fakat söz konusu dizide devlet dışında herkes görülüyor. Bu noktada yaşanan etkileşimlerle liselerde konseyler kuruluyor. Baronların elleri öpülüyor. Bunları gazete haberlerinden izliyoruz zaten.) Gerçi bizim gençlerin konsey ve baronları yok.

Sohbet sırasında gördüğüm ve beni en çok sevindiren olay: Gençlerin açık sözlü ve dürüst olmalarıydı. Yaklaşık 3,5 saat. Sıkılmadan, bıkmadan aramıza duvarlar örmeden hoş bir sohbet. Ve düşündüm. Bu ülkeyi yönetenler bu gençler kadar düşünüyorlar mı, “Bizim halimiz ne olacak abi?” sorusunun yanıtını. Sanmam. Oysa çalışmaya hazır, pırıl pırıl bir gençlik tüm iyimserliğini koruyarak aş-iş ve sigorta umuduyla bekliyor.

“Devlet iş kapısı olmaktan çıkmıştır” sözü bile onların devletten beklentilerini yok etmiyor. “Devlet bize iş bulmayacak, iş alanları yaratmayacaksa vatandaşlıktan da atsın.” diyor biri. Bol bol çay ve sigara...Bakıyorum bur rahatsızlık, bir sıkılma duymaksızın saat 23:30’a kadar konuşmuşuz.

Gördüğüm en önemli şey; karşılıklı olarak birbirimize değer verdiğimizi duyumsadıkça daha içtenlikli bir hava oluşuyor. Ve bizim bu tür sohbetlere ne denli gereksinim duyduğumuz gerçeğiyle yüzleşiyorum eve giderken.

Ve işsizlik psikolojisinin gençler üzerinde yarattığı düşünsel yıkımı görmenin, elimden birşey gelmeyişinin ezikliği içerisinde varıyorum eve. Söze dönüştürebildikleri çaresizliklerini ve sıkıntılarını paylaşabiliyorum ancak. Ya söze dönüşmeyen ve yüreklerini kemirenler...

Yollarımız başlıklı yazım sonrası duyarlılık göstererek girişimlerde bulunan Kaymakamımız Sayın Aziz İNCİ’ye teşekkür ederim. Sıra diğer ilgililerde.

Özel Ocaklar Ne Kadar Uzak?

TTK’daki özelleştirme uygulamaları sonrası TTK’nın üretim yapmadığı sahaların işletme hakkı özel sektöre devredildi. TTK’daki işçi sayısının azlığı, gerekli yatırımların yapılamayışı gibi gerekçeler bu özelleştirmelere karşı çıkışı zorlaştırdı.


Zonguldak bölgesinde bu biçimde özel sektöre devredilen çok sayıda saha var. Bu özelleştirme süreci istihdam yaratılacak, ülkemizin yer altı zenginliği enerjiye dönüşecek denerek kamuoyu yaratıldı. İşsiz gençler ve aileleri buraların kendilerine iş kapısı olacağını düşünerek sevindi. Yalnızca Hema Kandilli İşletmesi’ne işe girmek için başvuranların sayıları 5.000’e yaklaşmıştı.


Sonuçta Kandilli ve Zonguldak genelinde sayıları binlerle ifade edilen özel sektör maden işçileri kitlesi oluştu. Sorun da burada başladı. Üç gündür eylemde olan Hema Kandilli işçileri;
460-510 YTL. olan ücretlerinin yerüstünde en az 600 YTL., yeraltında ise işin ağırlığına göre 900 YTL. üst sınır olmak üzere ücretlerinin iyileştirilmesini,

İş kazası sonucu ölen 2 arkadaşlarının ailelerinin mağdur edilmemesini,

İş Kanunu gereği İş Güvenliği ve İşçi Sağlığı Koruma Kurulu’nun oluşturulmasını,
Düzenli olarak iş elbisesi, koruyucu ayakkabı ve çizme verilmesini,
Aralık ayında söz verildiği üzere 01 Ocak 2007’den geçerli olacak biçimde ücret artışlarının farklarının verilmesini,
Yemeklerdeki kalitenin artırılmasını,
Acil müdahaleye uygun sağlık istasyonu ve ambulansın alınmasını içeren taleplerini işverene ilettiler.

Bu istekleri karşılanıncaya kadar İş Kanunu’nun 34. Maddesi kapsamında “iş görme borçlarını yerine getirmeyeceklerini” belirttiler. İşyerine giderek çalışmaya hazır biçimde kuyubaşında önerilerinin kabul edilmesini beklemeye başladılar.

Hem özelleştirme süreçlerinde hem de bu eylemler boyunca ilk akla gelen Genel Maden İşçileri Sendikası’nın bu işçileri örgütlemesi ve eyleme başlayan işçilerin yanına giderek destek verdiğini göstermesi gerektiği yolunda. Fakat GMİS yönetimi kendilerinin genel kurullarından önce bu işçileri üye yapamayacaklarını belirtmekle kalmıyor, ne genel merkez ne de şube düzeyinde Hema Kandilli işçilerine destek ziyaretinde bile bulunmuyor.


Benzer biçimde Atatürk döneminde kurulan ve Çalışma Bakanlığı’na bağlı olan Amele Birliği özel ocaklarda çalışan işçileri üye yapmıyor. Oysa Amele Birliği’nin çalışma esaslarını belirleyen düzenlemede “özel ve devlet sektörü dahil Zonguldak’taki tüm maden işçileri Amele Birliği üyesi olur.” ibaresi var. Dolayısıyla hem Amele Birliği yönetimi hem de bakanlık yetkilileri özel ocaklardaki maden işçilerini üye yapmayarak hem sandığı zarara uğratıyorlar, hem de kayıt dışılığa göz yummuş oluyorlar.

İşçilerin ekonomik ve demokratik haklarını korumak ve geliştirmek için kurulan sendikalar kendi işkolundaki ve örgütlü bulunduğu sahalar içindeki özel sektör işçilerini üye yapmamalarını düşündürücü buluyoruz. Aynı biçimde Çalışma Bakanlığı’na bağlı olan Amele Birliği’nin tavrını anlamakta zorlanıyoruz.


Bu kurumlar kimlerden yanalar? Yukarıda kısaca anlattığımız işçilerin taleplerinin kabul edilmesi, en ağır iş kolu olan maden işkolunda çalışanların durumlarının iyileştirilmesi, bu işçilerin sendika ve Amele Birliği’ne üye olmalarından korkuluyor mu? Yoksa yasa gereği Amele Birliği üyesi olan işçilerle birlikte sandığa para yatırması gereken işverenleri kollamak için mi görmedik, duymadık, bilmiyoruz oyunu oynanıyor? Yoksa sendika kurulduğu günden bu zamana kadar TTK’da örgütlü olmanın verdiği rahat ve güvene alıştığı için, çok çetin mücadele gerektiren, sendikacıların rahatını bozan özel sektör örgütlenmesinden mi kaçınıyor?


Bölgede siyaset yapan siyasi partiler nerede? Bu partilerin eylemde olan bu işçilerin aileleri, kendileri için önerecekleri bir çözüm yok mu? Eylemde olan bu işçileri ziyaret zor iş mi? Yoksa siyasi partiler de kendi iktidarlarında benzer şeylerin sürmesine göz yumacakları için bugün sessiz kalmayı mı seçiyorlar?


Bölgede devlet adına görev yapan kurumlar nerede? İş Kanunu, İş Güvenliği ve İşçi Sağlığı Tüzüğü, Taş ve Kömür Ocaklarında Çalışma Esaslarını belirleyen düzenlemeler, ambulans, acil müdahale odası gibi düzenlemelerin yokluğu karşısında kimler yaptırım uygulayacak?


Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu sorunlar görülemeyecek kadar uzak bir coğrafyada mı yaşanıyor? Kandilli ile Ereğli ve Zonguldak arasında duvarlar mı var?


Biz Hema Kandilli İşletmesi’nde ve diğer işyerlerindeki her türlü hak alma mücadelesini destekleyeceğimizi, kanun-yönetmelik ve tüzüklerden doğan hakların verilmemesi, ihlal edilmesi durumunda tüm kurumları uyarmaya devam edeceğimizi ve takdiri kamuoyuna bırakacağımızı belirtiyoruz.


Biliyoruz ki; bu ülkenin zenginliklerinde bu topraklarda yaşayan herkesin hakkı vardır. Tüm ilgili kurumları, kamuoyunu bu hakkın alınmasında ve savunulmasında gerekli duyarlılığı gösteremeye çağrıyoruz.

Özel Ocaklar Ne Kadar Uzak?

TTK’daki özelleştirme uygulamaları sonrası TTK’nın üretim yapmadığı sahaların işletme hakkı özel sektöre devredildi. TTK’daki işçi sayısının azlığı, gerekli yatırımların yapılamayışı gibi gerekçeler bu özelleştirmelere karşı çıkışı zorlaştırdı.

Zonguldak bölgesinde bu biçimde özel sektöre devredilen çok sayıda saha var. Bu özelleştirme süreci istihdam yaratılacak, ülkemizin yer altı zenginliği enerjiye dönüşecek denerek kamuoyu yaratıldı. İşsiz gençler ve aileleri buraların kendilerine iş kapısı olacağını düşünerek sevindi. Yalnızca Hema Kandilli İşletmesi’ne işe girmek için başvuranların sayıları 5.000’e yaklaşmıştı.

Sonuçta Kandilli ve Zonguldak genelinde sayıları binlerle ifade edilen özel sektör maden işçileri kitlesi oluştu. Sorun da burada başladı. Üç gündür eylemde olan Hema Kandilli işçileri;
460-510 YTL. olan ücretlerinin yerüstünde en az 600 YTL., yeraltında ise işin ağırlığına göre 900 YTL. üst sınır olmak üzere ücretlerinin iyileştirilmesini,
İş kazası sonucu ölen 2 arkadaşlarının ailelerinin mağdur edilmemesini,
İş Kanunu gereği İş Güvenliği ve İşçi Sağlığı Koruma Kurulu’nun oluşturulmasını,
Düzenli olarak iş elbisesi, koruyucu ayakkabı ve çizme verilmesini,
Aralık ayında söz verildiği üzere 01 Ocak 2007’den geçerli olacak biçimde ücret artışlarının farklarının verilmesini,
Yemeklerdeki kalitenin artırılmasını,
Acil müdahaleye uygun sağlık istasyonu ve ambulansın alınmasını içeren taleplerini işverene ilettiler.

Bu istekleri karşılanıncaya kadar İş Kanunu’nun 34. Maddesi kapsamında “iş görme borçlarını yerine getirmeyeceklerini” belirttiler. İşyerine giderek çalışmaya hazır biçimde kuyubaşında önerilerinin kabul edilmesini beklemeye başladılar.

Hem özelleştirme süreçlerinde hem de bu eylemler boyunca ilk akla gelen Genel Maden İşçileri Sendikası’nın bu işçileri örgütlemesi ve eyleme başlayan işçilerin yanına giderek destek verdiğini göstermesi gerektiği yolunda. Fakat GMİS yönetimi kendilerinin genel kurullarından önce bu işçileri üye yapamayacaklarını belirtmekle kalmıyor, ne genel merkez ne de şube düzeyinde Hema Kandilli işçilerine destek ziyaretinde bile bulunmuyor.

Benzer biçimde Atatürk döneminde kurulan ve Çalışma Bakanlığı’na bağlı olan Amele Birliği özel ocaklarda çalışan işçileri üye yapmıyor. Oysa Amele Birliği’nin çalışma esaslarını belirleyen düzenlemede “özel ve devlet sektörü dahil Zonguldak’taki tüm maden işçileri Amele Birliği üyesi olur.” ibaresi var. Dolayısıyla hem Amele Birliği yönetimi hem de bakanlık yetkilileri özel ocaklardaki maden işçilerini üye yapmayarak hem sandığı zarara uğratıyorlar, hem de kayıt dışılığa göz yummuş oluyorlar.

İşçilerin ekonomik ve demokratik haklarını korumak ve geliştirmek için kurulan sendikalar kendi işkolundaki ve örgütlü bulunduğu sahalar içindeki özel sektör işçilerini üye yapmamalarını düşündürücü buluyoruz. Aynı biçimde Çalışma Bakanlığı’na bağlı olan Amele Birliği’nin tavrını anlamakta zorlanıyoruz.

Bu kurumlar kimlerden yanalar? Yukarıda kısaca anlattığımız işçilerin taleplerinin kabul edilmesi, en ağır iş kolu olan maden işkolunda çalışanların durumlarının iyileştirilmesi, bu işçilerin sendika ve Amele Birliği’ne üye olmalarından korkuluyor mu? Yoksa yasa gereği Amele Birliği üyesi olan işçilerle birlikte sandığa para yatırması gereken işverenleri kollamak için mi görmedik, duymadık, bilmiyoruz oyunu oynanıyor? Yoksa sendika kurulduğu günden bu zamana kadar TTK’da örgütlü olmanın verdiği rahat ve güvene alıştığı için, çok çetin mücadele gerektiren, sendikacıların rahatını bozan özel sektör örgütlenmesinden mi kaçınıyor?

Bölgede siyaset yapan siyasi partiler nerede? Bu partilerin eylemde olan bu işçilerin aileleri, kendileri için önerecekleri bir çözüm yok mu? Eylemde olan bu işçileri ziyaret zor iş mi? Yoksa siyasi partiler de kendi iktidarlarında benzer şeylerin sürmesine göz yumacakları için bugün sessiz kalmayı mı seçiyorlar?

Bölgede devlet adına görev yapan kurumlar nerede? İş Kanunu, İş Güvenliği ve İşçi Sağlığı Tüzüğü, Taş ve Kömür Ocaklarında Çalışma Esaslarını belirleyen düzenlemeler, ambulans, acil müdahale odası gibi düzenlemelerin yokluğu karşısında kimler yaptırım uygulayacak?

Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu sorunlar görülemeyecek kadar uzak bir coğrafyada mı yaşanıyor? Kandilli ile Ereğli ve Zonguldak arasında duvarlar mı var?

Biz Hema Kandilli İşletmesi’nde ve diğer işyerlerindeki her türlü hak alma mücadelesini destekleyeceğimizi, kanun-yönetmelik ve tüzüklerden doğan hakların verilmemesi, ihlal edilmesi durumunda tüm kurumları uyarmaya devam edeceğimizi ve takdiri kamuoyuna bırakacağımızı belirtiyoruz.

Biliyoruz ki; bu ülkenin zenginliklerinde bu topraklarda yaşayan herkesin hakkı vardır. Tüm ilgili kurumları, kamuoyunu bu hakkın alınmasında ve savunulmasında gerekli duyarlılığı gösteremeye çağrıyoruz.

Gençlik 1

Kıymetini bilmek gerekir yaşamımızın. En çok da genliğimizin. İnsan ömrünün düşlere en açık dönemi olan gençlik aynı zamanda yolumuzu büyük ölçüde belirlediğimiz dönemdir. Kıymetini bilmek gerek.Gençlerin kıymetini bilmek gerek. Toplumun en dinamik, en uç, en deli dolu, yaşamının yönünü belirlemek için en çok arayış içinde olan kesimini oluşturan gençliği anlamaya çalışmak gerek. Var olan alışkanlıkları zorlayan davranışlarına karşı çıkmadan önce, kendimizin de aynı süreçlerden geçtiğimizi anımsamamız yeterli olacaktır. Göreceğiz ki, bu doğal bir süreç...
Bizi kendisine benzetmeye çalışan ailelerimize, çevremizdekilere, (toplum komiserlerine) nasıl karşı geldiğimizi, bazen yalnızca karşı olmak adına kendimizin bile onaylamadığımız davranışlara nasıl yöneldiğimizi anımsamalıyız. Deneme yanılma yöntemiyle öğrendiklerimizden çıkardığımız dersle; hiç olmazsa gençliğin bizden sonra gelenlerin özgürlüğünü ve özgünlüğünü zedelemeyecek bir tutum alabilmeliyiz. Deneyimlerimizi aktaralım. Fakat bırakalım gençlik kendi yolunu kendisi çizebilsin. Bu onların kendisi olmalarını sağlayacaktır. Birey olmalarının önünü açacaktır.

YİTİK KUŞAK
Gençlik bir korku kaynağı olarak görüldü yıllarca. Şu an bile izdüşümlerini görüyor ve yaşıyoruz. 1990’ların gençliği yitik bir kuşak olarak bugüne geldi. 12 Eylül darbesi yok ettiği özgürlüklerle en çok gençliği baskı altına aldı. Devleti kendi yurttaşlarından korumak uğruna oluşturmaya çalıştığı kültür en çok gençliği hedefledi.
Ülkemizin bugün içinde bulunduğu sorunlara çözüm üretmek, muhalefet etmek, üretilen çözümlere katkı sunmak gibi eylemler içinde bulunması gereken gençlik kendisini bile düşünmüyor. Ve çeşitli araçlarla topluma seslenen birçok kişi genliğin tepkisizliğinden, duyarsızlığından, üretken olmayışından rahatsızlığını dile getiriyor. Gerçekte anlatılmak istenen: Toplumun en dinamik unsurunun gerek duyulan yerlerde ve zamanlarda kendini düşünmekten öteye geçemeyişinin rahatsızlığıdır.
Ancak, 12 Eylül’ün üzerinden geçtiği bur kuşaktan fazla bir şey beklememek gerek. Çünkü 12 Eylül yitik bir kuşak yarattı. Bu kuşak bugün gençliğini yaşıyor. Sorgulamaktan uzak, ezberci eğitim sistemi, sürekli tehdit unsuru olarak görüldüğünün duyumsatıldığı bir baskı, medyada bencilliğin yüceltildiği bir kültür erozyonu, geçmişin olumsuz deneyimlerinden korumak adına aile ve çevre tarafından denetim altında tutulması gerektiği anlayışının egemen kılınması sonucu ortaya çıkan bugünkü durumun sorumluları gençler değil.

ÖZGÜRLÜK
Gençliğin özgürlüklerinin elinden alındığı, denetlenmeye çalışıldığı ve gençliğin suç işleme, yanlış yapma potansiyeli yüksek olarak görüldüğü sürece toplumsal gelişim sağlanamaz. İnsan ömrünü; doğar, büyür, gelişir ve ölür diye anlatırız bazen . Gençlik, büyümeyi ve gelişim öncesini kapsadığı için daha da önem kazanıyor. Gençlik insanlaşma (ya da toplumsallaşma) sürecinin en önemli evresidir.
Oluşturacağımız eğitim sistemi ile sorgulamayı ve öğrenmeyi sağlamalıyız. Toplumsal düzeni sağlamak için oluşturulan yasaların baskıcı değil özgürlükçü olmasını amaçlamalıyız. Orta öğretim çağından başlayarak her yerde ve koşulda genliğin katılımıyla oluşturmalıyız tüm kurumları ve kurulları. Suç işleme potansiyeli yüksek bir kesim olarak görmekten vazgeçmeliyiz gençliği. Unutmamamız gereken en önemli şey: Kişisel gelişimini kendi seçimi ile oluşturamamış, baskı altında tutulmuş, eğitimi öğrenmek değil de diploma almak olarak gören gençlik kendisine bile yararlı olamaz. Ve tehlikeli olma potansiyeli vardır. Çünkü kendisini ifade edememiş olmanın verdiği eziklikle, kendisini baskı altında tuttuğunu, ezdiğini, yok saydığını düşündüğü insanlara karşı geliştirdiği içsel öfke ve nefretin nerede ve nasıl patlayacağını hiçbirimiz bilemeyiz. Son yıllarda hızla artan suç oranları tek başına yoksulluğun ve göçlerin sonucu değil. Yoksa, küçük miktarlardaki hırsızlık ve kapkaçların bile ölümle sonuçlanmasının insani yanını göremeyiz. Birçok olayda öfke ve nefret dışa vuruluyor. Gençliğin dönüştürücü ve değiştirici gücünü toplumsal gelişim sürecine katmak, en başta gençlerin olmak üzere tüm toplumun yararınadır. Korkmadan, ürkmeden gençlerin özgürlüklerinden ve insanlığa sunacaklarından keyif olarak gururla bakabilmeliyiz dünyaya.

Gençlik 2

(Çağdaş Kölelik Düzeni)

Olanak buldukça gençlerle sohbet etmek, onların beklentilerini, düşlerini, eleştirilerini, önerilerini, öfkelerini, sevinçlerini... paylaşmak için kendime zaman ayırmaya çalışırım. Bu sohbetler sırasında hem birbirimize kendi bilgilerimizi aktarmış oluyoruz, hem de yalnızlıklarımızı aşarak toplumsal yanlarımızı korumuş ve geliştirmiş oluyoruz. Bu yüzden de gençlerle bir arada olmayı önemsiyorum.
Geçtiğimiz günlerde de benzer bir sohbet yaptık. Arkadaşlardan biri açık öğretim olmak üzere ikisi üniversite öğrencisi, üniversite mezunu ve iş arıyor. Yanlarında bir arkadaşları daha var.
Üniversite mezunu arkadaşımız bir kargo şirketinde çalışmak üzere Bursa'ya gitmişti. Daha doğrusu internet üzerinden verdiği ilan sonrası kargo şirketinden çağrılmıştı. Ancak 'kuryelik' önerilince geri dönmüştü. Uluslar arası İlişkiler ve Pazarlama mezunu. İngilizce ve bilgisayar biliyor. Kendisine kuryelik önerilince "ben bunca senemi kurye olmak için harcamadım." diyerek kabul etmemiş.
Ne yapacağını sorduğumda; "alanımla ilgili iş başvurularımda deneyimli olup olmadığımı soruyorlar. Daha yeni mezunum. Nasıl deneyimim olsun ki? diyor. Ve sonra beni şaşırtan, isyan ettiren gerçeklerle yüzleşiyorum. Gençleri dinleyelim.
K.A.: İş başvuru ilanımda 1 yıl süreyle ücretsiz çalışmayı kabul ettiğimi belirttim. Böylece deneyim engelini aşabileceğimi düşünüyorum.
Ben "buna kölelik denir" dediğimde üniversitede okuyan arkadaş araya girdi.
Ç.K.: İzmit'te bazı dershaneler 3.-4. Sınıf öğrencilerini; "okurken gelin, ücretsiz olarak dershanemizde ders verin. Mezun olunca sizi işe alalım. Bu arada deneyim kazanmış olursunuz" diyerek ücretsiz çalıştırıyorlar. Birçok arkadaşım bu şekilde çalıştı. Ancak mezun olup da dershanede işe giren olmadı. Bu arada dershaneler 1 yıl boyunca ödemeleri gereken öğretmen maaşını ödemeden para kazanmış oluyorlar.
Ben "bunları bugüne kadar niye anlatmadınız? Bunları herkes bilmeli..." derken, diğer arkadaş;
K.A.: Bir abimiz var. Üniversite mezunu. Bir de çocuğu var. İş arama ilanına 'yalnızca sigorta primine çalışırım' yazdı.
G.C.: Bir arkadaşım vardı. Aynı okuldan mezun olduk. Geçenlerde gördüğümde .... öğrenci yurdunda müdür yardımcısı olduğunu söyledi. Nasıl olduğunu anlamadım.
....
Gencecik insanların bu şekilde kullanılması, kendilerini kullandıracak kadar çaresizlik duygusu içine itilmeleri doğal mı?
Sohbetimiz içinde ülkemizin, dünyamızın yaşadığı sorunlar da var. Yüksek düzeyde bir duyarlılıkla bakıyorlar yaşama. Olabildiğince gerçekçiler. Her şeyden önce savaş karşıtı tutumları var. ABD'nin politikalarına karşılar. Konuşmanın bir yerinde Irak, Afganistan olaylarına geldiğimizde;
K.A.: ABD şimdi bizim ülkemize girmiş olsa her sokak arasında kurşun yağar. Ülkemizin % 90'ı direnir.
Ben de; ABD yönetimi çıkıp 'Türkiye'nin borçlarını erteliyorum. 2 milyon Türk vatandaşını işçi olarak kabul ediyorum. Türkiye'nin parasızlık nedeniyle yapamadığı yatırımları da %50 ortak olmak koşuluyla üstleniyorum' dese ve ülkemize girse yine %90 direnir mi? diye sorduğumda... sustu.
Bu soruyu AB-Türkiye ilişkilerinin geldiği noktadan hareketle sormuştum. Irak'ta da aynı şey söz konusuydu. İran Irak Savaşı'nda ne Kürtler, ne de Şiiler şimdiki işbirlikçi tavırlarını göstermediler. ABD bir yandan konfederasyon, bir yandan mevcut gelirlerin dağıtılması gibi sözlerle Kürtleri açıktan, Şiileri ise tepkisiz kılarak (gizliden) işbirlikçiliğe zemin hazırladı. Mevcut gelirler içinde de, gelecekte elde edilecek gelirler içinde de Sünni bölgesine bir şey düşmeyecek. Bir de Saddam'ın Sünni olmasının payı var tabi.
Türkiye AB ilişkileri de böyle. Gelecek olan fonların, serbest dolaşım hakkının, yatırımların düşleriyle hiçbir egemen devlete önerilemeyecek, dayatılamayacak koşullar üzerinde pazarlık yapmayı neden kabul ediyoruz? Halkın %60'tan fazlası AB'ye evet derken hangi bilgiye sahip?
Çaresizlik arttıkça dayatmalar da artıyor. Ülkemizde deneyim kazandırmak için gencecik insanları ücretsiz çalıştıran, asgari ücreti bile ödemeyen ideolojik yapı, devletlerarası ilişkilerde de kendini gösteriyor. Türkiye vb. ülkeler deneyim kazandırmak için ücretsiz çalıştırılan gençlere benziyor.
Ben buna çağdaş kölelik diyorum. Gücü elinde tutan ve bu düzenden çıkar sağlayanlar ise küreselleşme ve serbest piyasa diyorlar. Siz ne diyorsunuz?

Soygun-Sömürü-Hırsızlık

(Ya da Çağdaş Kölelik Düzeni 3)

Devletin ekonomiden el çektirilmesi ve son yıllarda yapılan yasal düzenlemelerin sermaye lehine yapılması sonucu işsizliğe paralel olarak ciddi bir gelir dağılımı adaletsizliği de yaşanmaktadır.
Sosyal devlet ilkesinin terk edilerek tüccar devlete dönüştürülmesiyle devletin çalışanların ücretlerine görece olumlu müdahalesi ortadan kaldırılmış, istihdamın da özel sektöre havale edilmesiyle çalışma yaşamında kölelik olarak tanımlayabileceğimiz bir düzen egemen kılınmıştır. Bu durum yalnızca bölgemize özgü değildir. Mücadele geleneğinin zayıf olduğu veya zayıfladığı ve devletin (güçlüden yana) güvenlik-adalet-savunma alanlarıyla yeniden örgütlendiği tüm ülkelerde yaşanmaktadır. Bazen ortaya çıkan yasadışı durumlar bile görmezden gelinerek, kanıksatılarak bir duyarsızlık ve umutsuzluk yaratılmaktadır.

BASİT GÖRÜNÜR ÖRNEKLER
Bölgemizde çok sayıda küçük ve orta büyüklükteki özel işletmede bu olumsuzlukları “görmek”, “duymak”, “anlamak” olanaklı. Örneğin 50-100 kişi arasında işçi çalıştıran bir tekstil atölyesi düşünün. Bu atölyede yıllardır çalışan işçiler de yeni girenler de asgari ücretle çalışıyor görünüyorlar. Görünüyorlar çünkü işçilerin çoğunluğu gerçekte 200-350 YTL. arası ücret almalarına rağmen asgari ücret üzerinden düzenlenen bordrolar imzalatılıyor. İtiraz edenler hemen işten çıkarılıyor. Bir kısmının da sigortası ödenmiyor ya da eksik ödeniyor.
Bu bir soygun. Çünkü asgari ücret yasayla “güvence” altına alınmıştır. Fakat eksik ödenerek işçinin parası çalınıyor. Sömürü; çünkü işsizlerin çaresizliği ve yoksulluğu kullanılıyor. Hırsızlık;çünkü devlete ödenmesi gereken gelir vergisi, sigorta primi çalınıyor. Ve yerel yöneticilerinden kamu görevlilerine herkes bu duruma sessiz kalıyor. Hatta bu işletmelere işçi yerleştiriyorlar. Herşey yasalara, mevzuata UYGUN. Bu yüzden çağdaş kölelik düzeni diyorum buna.
Benzer biçimde maden ocaklarında çalışanlar var. Aylarca asgari ücretle kömür çıkaran işçiler. Ve Zonguldak’ta kaçak-yasal toplam 5000’e yakın insan özel maden ocaklarında düşük ücretle çalışıyor. Haftada en az 1 kişi ölüyor ya da ağır yaralanıyor. Bir de bazı sektörlerde (özellikle madenlerde) gösterilmesi gereken kurslar var. İşe başladığı ilk haftada ocağa indirilen, çalıştırılan işçiler kaçınılmaz olarak kaza yapıyorlar. Bakıldığında kağıt üzerinde herşey mükemmel. Ya gerçekte, işyerinde...?

“HAYATIN DOĞAL AKIŞI”
Geçenlerde bir sorun nedeniyle çalışma yaşamına ilişkin Yargıtay kararlarını inceliyordum. Yargıtay’ın ücretle ilgili iki kararında “uzun süre aynı işyerinde çalışan, deneyimli ve kalifiye bir işçinin asgari ücretle çalışmış olması hayatın doğal akışına aykırıdır” diyor.
İş akdinin feshiyle ilgili kararlarında ise “taşerona devir gerekçesiyle işçinin iş akdinin feshi geçerli bir sebep değildir...” diyor. Bunları yazıyorum çünkü; asgari ücretle çalışmak zorunda kalanlar, taşerona devir nedeniyle iş akdi feshedilenler gözlerimizin önünde. Yine İş Yasası; 30 ve üzeri işçi çalıştırılan işyerinde çalışanların % 10’nu ve üzerinde kişi işten çıkarılırsa toplu işten çıkarmaya girer. Bunun 1 ay önceden Bölge Çalışma Müdürlüğü’ne bildirilmesi gerekir. diyor.
Dönelim tekstil ve maden ocağı örneklerine. Yıllarca aynı atölyede çalışan ve belli alanlarda uzmanlaşan işçilerin hala daha asgari ücretle çalışıyor olmaları “hayatın doğal akışına aykırı” değil mi? Peki kağıt üzerinde alınmış görünen asgari ücretin eksik ödenmesi (çalınması) suç değil mi? Bir de kayıt dışı çalıştırılarak gelir vergisinin, sigorta priminin ödenmemesini ekleyin. Bu olsa olsa hortumculuktur.
Peki özel ocaklar? Gösterilmemiş kurs kağıt üzerinde tamamlanmış, ehliyet verilmiş. Bu bir yana....Madencilik gibi ağır, riskli ve birçok birimi özel bilgi ve deneyim gerektiren işlerde asgari ücretle çalışılıyor olması “hayatın doğal akışına aykırı” değil mi? Bir de bunlara iş kazalarını, yasa-yönetmelik ve tüzüklere aykırı çalışma koşullarını ekleyin.

ÖĞRETİLMİŞ ÇARESİZLİK
Çağdaş kölelik düzeni dediğim bu. Ve bunu söylememi kolaylaştıran en önemli neden de, bu kadar yasa dışılığın göstere göstere hüküm sürmesi. Devletin asayiş-adalet ve güvenlik dışında tüm alanlardan çekilirken çalışanlar-işsizler aleyhine gelişen olaylara sessiz kalması, siyasilerin bu tür işyerlerinin açılışını yapması (bilerek-bilmeyerek) psikolojik baskı oluşturmaktadır.
İnsanların yoksulluklarının, çaresizliklerinin bu denli kullanılması, sömürülmesi, bir çok yasa hükmünün, tüzüğün, yönetmeliğin hoyratça çiğnenmesi “hayatın doğal akışına aykırı” olmakla birlikte; yurttaşların bir araya gelerek oluşturdukları en üst örgütlenme olan devletin ve yurttaş adına görev yapmakla yükümlü olan ilgililerin tüm bu gelişmelere izleyici kalmaları, sessiz kalmaları da insanın ve devletin genel tanımına aykırıdır.
Çaresizliğinin, yoksulluğunun, bilgisizliğinin bu derece kullanıldığını ve adaletsizliğin kendisine yapıldığını düşünmeye başlayan insanların içine düştükleri durumun adı öğretilmiş çaresizlik oluyor ne yazık ki....

Bugün 3 Mart

13 Yıl oldu...263 maden işçisinin yaşamını yitirdiği, 263 kadının, sevgilinin dul kaldığı, 263 ana yüreğinin dağlandığı, yüzlerce çocuğun yetim kaldığı, binlerce madencinin 263 selam eksildiği ve yüreğinin burkulduğu Kozlu Grizusu’nun üzerinde 13 yıl geçti.

saçı başı kömür içinde
gömleği kanlı
çizmelerinin terlettiği ayakları ıslar
yüzü karakömür tozu
gözleri canlı
kömürden öğrenmiş içten yanmayı
çocuğu ağlamaklı
çocuğu yaslı (1)

Bugün binlerce yürek o büyük acıyı yeniden yaşayarak başlayacak güne. Bugün 12 bin madenci tazelenen acılarıyla Kozlu Ocakları’nda bıraktığı arkadaşlarını anımsayıp arayacak kuyu başlarında. Yitirilen arkadaşlarla yapılan son konuşmalara dair anlatımlar acıları körükleyecek bir kez daha. Bir kez daha “SELAMETLE” yazılarının altından geçerek inecekler ocağa. Ve “GEÇMİŞ OLSUN” denerek sevinçle karşılanacaklar evlerinde, iş çıkışı uğradıkları bakkal ve kahvehanelerde. Ve kömür çıkarmaktaki inatçı ruhuyla gözleri ışıl ışıl, göz kapaklarında kömür tozunun çektiği kalem, yanımızda yöremizde yaşamaya devam edecekler.
hangi köyün yüreği
hangi ananın gözyaşları tutabilir yasınızı
bilmem kaç yedikat altında yatarken yerin

okuttular Kuran’ınızı
yatış şeklinizi bile bilmeden
ilk size kuruldu
cenazesiz gömütlükler
-dünyada yüreğim gömüt size-

bilmem kaç yedikat altında yerin
yatarken sizler
yemin ettim böylesinin sürmeyeceğine
yemin ettim
yatış şeklinizi bilmeden

bilin ki dostlarım
dimdik ve ayaktasınız
yüreğim gömüt size
10.03.1992 Armutçuk (2)

Bugün 3 Mart. 263 maden işçisinin kömür çıkarmak için, ekmek parası için, alnının akıyla yaşamak için emek şehidi olduğu gün. Görmeyenin anlayamayacağı bir yüreklilik ve sabırla kentimizi ısıtan, fabrikalarımızın bacalarını tüttüren, evimizi ışıtan madencilerin aldıkları ücreti diline dolayanların çok değil 1 hafta hiç çalışmaksızın, yalnızca madencinin kömür kazdığı yerde onları izlemesini isterdim.
Özellikle toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin başlamasının beklendiği bu günlerde. Bir kez onları iş başında görmelerini...Ondan sonra ısınırken bile nasıl dua edeceklerini şaşıracaklarını da görecekler...

(1),(2) salim çalık/ Gülmekle Ağlamak Arası (şiir). sayfa 36-37

Bir Kent İntihar Ediyor

1980’li yılların sonuna kadar Türkiye’nin en gelişmiş 5 kenti arasında sayılan Zonguldak küreselleşme ve serbest piyasa ekonomisinin, yani devletin ekonomik faaliyetlerden çekilmesinin sonuçlarının en acı biçimde görüldüğü bir kent.
Devletin bir sır gibi sakladığı, siyasilerin görmezden geldiği, Sağlık Bakanlığı’nın il düzeyindeki yetkililerinin gözlerini kapadığı bu acının adı intihar. 2000 yılında Zonguldak Valiliği’nin ODTÜ’ye yaptırdığı stüdyo çalışmasının adı “Sanayisizleşme Sürecinin Kentsel Yaşama Etkileri- Zonguldak Örneği” idi.
TTK (Türkiye Taşkömürü Kurumu)’da yaşanan daraltma, kapatma ve özelleştirme süreçlerinin sonucu olarak 45 bin kişinin çalıştığı kurumda şu an yaklaşık 12 bin kişi çalışıyor. Yani bir zamanlar iş, aş kapısı olan TTK’nın bu özelliği yok edilirken yerine yeni bir iş sahasının (umudun) konulmayışı tek geçim kaynağı olarak madenleri bilen-gören bölge halkının geleceğe olan güvenini de ortadan kaldırdı.
10 yıla yakın bir zamandır Zonguldak’ta insanlar intihar ediyor. Alkol ve uyuşturucu madde kullanımı, şiddet, tefecilik ilk sırada yer alan sosyal ve ekonomik davranışlar oldu. Yalnızca geçtiğimiz yılın intihar ve intihar girişimi oranı YÜZBİNDE 202. Bu oranın normal sayılan sınırı ise YÜZBİNDE 25-26. Ölümle sonuçlanma açısından Zonguldak’taki intihar oranı ülke ortalamasının 4 katına ulaşmış durumda.
Şimdi bir iktidar düşünün, bir il yönetimi düşünün, bir yerel yönetim düşünün, bir sağlık bürokrasisi düşünün ki; böylesine acı bir tablo karşısında sessiz kalsın. Bir kentin intiharı konusunda hastanelerinde gerekli alt yapı oluşturulmasın. Okullarda bu konuda eğitim verilmesin. Yerel yönetimler destekleyici çalışmalar içine girmesin. Ve bir yönetim düşünün ki; temel sorunun işsizlik, geleceğe güvensizlik olduğunu belirten üniversite (ODTÜ) raporu orta yerde dururken yeni iş sahaları açmak yerine, bölgenin tek ve en önemli geçim kaynağı, umudu olarak gördüğü TTK’ya işçi almak bir yana, günden güne çalışan sayısını düşürsün.
Zonguldak intihar ediyor. Ekonomik faaliyetin amacının insanların gereksinimleri için olduğu, sosyal faydanın parasal zarara tercih edilebileceği koşulların olabileceği, insanların ölümüne neden olan uygulamaların savunulmasının ekonominin gerçeği olamayacağı yok sayılıyor. En gelişmiş 5 kent arasında iken şimdi 40’ncı sıralara geriletilmiş Zonguldak’ın taşkömürü olmaksızın var olamayacağı görülmüyor.
Ve bir kent intihar ediyor. Toplu intihar eden balinaların haber bültenlerinde tuttuğu yere karşılık Zonguldaklı’nın intiharı ısrarla gizleniyor. Ve vazgeçilmiş bir ömrün 1 dakikalık bir haber değeri bile olmaksızın, “benim memleketimde/ insan kanı sudan ucuz” dedirterek.

YEDİ MART SEKSENÜÇ ÜÇ MART DOKSANİKİ VE TÜM MADEN ŞEHİTLERİNE

hangi köyün yüreği / hangi ananın gözyaşları / tutabilir yasınızı // bilmem kaç yedi kat altında / yatarken yerin / okuttular kur’an’ınızı / yatış şeklinizi bile bilmeden // ilk size kuruldu/ cenazesiz gömütlükler/ -dünyada yüreğim gömüt size-// bilmem kaç yedi kat altında yerin / yatarken sizler / yemin ettim böylesinin sürmeyeceğine // yemin ettim/ yatış şeklinizi bilmeden// bilin ki dostlarım / dimdik ve ayaktasınız / yüreğim gömüt size...// Armutçuk-Kozlu 10/03/92 / salim çalık / GÜLMEKLE AĞLAMAK ARASI (sf.36)

geleceğe dikiliyor gömüt taşları



biliyorum
kendisini kirleterek tükeniyor
umutla süslenmiş gelecek günler

şimdi
bir bir içime gömülüyor
yaşamda alacağı kalan çocuklar
ömrü metaya değişilen işçiler
içime gömülüyor
töreye kurban edilen kadınlar
ve karşılıklı dağlara sürülüyor gençler
gömüt taşları geleceğe dikiliyor
gömüt taşları iki parça yüreğime

şimdi
tepeden tırnağa utançla
__ipe çekiyorum mutluluk düşlerimi
acı ve hüzün ötesi yaralı duygularla
__tenime gömüyorum gülüşlerimi

………………kasım-aralık 2007
salim çalık