HOŞ GELDİNİZ

maden ve madenciliğe ilişkin yazı, fotoğraf, belge ve bilgilerin paylaşılması amacıyla hazırladığım bu sayfaya isteyen herkes katkı sunabilir. bilgi örgütlendikçe anlam kazanır, insan öğrendikçe...

4 Ekim 2015 Pazar

yazılamamış, adresine varamamış madenci mektupları



sevgili hana;

...
martı çığlıkları sardı her yanımızı. balıkçı olsam bu çığlıkları balık bolluğuna işaret sayar, sevincin, çağrının dışa vurumu derdim.
oysa; burada herkes sevdiğinden, ailesinden, köyünden, yurdundan ayrı. osmanlılar bile kırkbeş günlük özlem tutsaklar...


bu martı çığlıkları bizim isyanımızı dile getiriyorlar sanki; hüzünlü şarkılarımızı, iş kazalarında ölenler için içimize attığımız ağıtlarımızı ve korkularımızı;
birbirimizden gizleyerek cesaretimizi korumaya çalıştığımız korkularımızı martı çığlıkları dile getiriyor. ve ocağa girerken duyduğumuz, kömüre saldırınca unuttuğumuz tedirginliklerimizi anımsatan bu çığlıklar, insan olduğumuzu unutmamızı da engelliyor...

hana'm benim, küçüğüm;
madencilik hep gece, hep karanlık. gün ışır ışımaz girilen maden karanlık; günbatımı çıkılan yeryüzü de karanlık. madende de, dışarıda da bir senin yüzün aydınlık, bir senin sesin ve gülüşündeki soyluluk, sözlerindeki ululuk aydınlık...

az ileride bir çocuk uzanmış; kederli gözlerle gökyüzüne bakıyor. elinden gelse kanatlanıp uçacakmış gibi öykünerek bakıyor bulutlara. altı gün boyunca madenin derinliklerinden yeryüzüne küfeyle taşıdığı bütün kömürün ağırlığı küçücük bedenine yapışmış gibi uzanmış çimenlerin üzerine. ailesini özlediğini anlatmak ister gibi yanık ezgili bir akıyor dudaklarından. belki çocukça bile olsa sevdiği bir kız vardır, dudaklarından ağıt gibi dökülen ıslık özlediğine armağandır...

senin bedenin kadar küçük. küfe taşımaktan çok, anne babasının sevmesi, dedesinin ninesinin şımartması için yaratılmış gibi görünen bu çocuk; madenin karanlığı, yükünün ağırlığı ve çalınan çocukluğuyla yaşadığı ayrılığı bakışlarıyla dünylanın yüzüne vuruyor sanki... elleri senin ellerin kadar hana; ağırlığı taşıdığı küfe kadar. çocuk sesinde isyan, çevresine ilgisizliğinde firar var...

sevgili hana;
geleli çok olmasa da anlatacak o kadar çok şey gördüm yaşadım ki, ileride yazmaya çalışırım.
...

salim çalık

(osmanlı döneminde avrupa'nın çeşitli ülkelerinden zonguldak madenlerine çalışmaya gelen işçi ve mühendislerin yazamadığı, yazsalar da sevdiklerine ulaştıramadıkları ne mektuplar vardı kim bilir... bu onlardan birinin yerine 100 yıl sonra benim yazdığım bir mektubun küçük bir bölümü... hana, düşsel bir kişilik, olaylar gerçek...)

3 Ekim 2015 Cumartesi

kaza da, kader de değil...



bugün (02.10.2015) 16:00-24 vardiyasında türkiye taşkömürü kurumu (TTK) armutçuk müessesesi'nde (zonguldak/ ereğli) meydana gelen göçükte maden işçisi erkan seyhan yaşamını yitirdi...

erkan seyhan 36 yaşında evli ve 2 çocuk babasıydı. 2009 yılında 39 bin kişinin başvurduğu işçi alımında mülakat sonrası işe girmişti... 

kaza mı diyeceğiz şimdi? tamam kaza; peki neden? 

ttk, yıllardır işçi açığı giderilmeyen bir kurum. kurum genel müdürü 4 yıla yakın zamandır, yani kurumda 11 bin kişi çalışırken "işçi açığı var. en az 3 bin kazı işçisi alınması gerekli" diyerek enerji bakanlığı'ndan talepte bulunuyor. bu yıl maden işçileri düzenlediği bir imza kampanyasıyla kurumdaki işçi açıklarını gündeme getirerek işçi alınmasının önemini vurgulamışlardı... 

herkes bilir ki; madencilik dahil emek yoğun üretim yapılan işyerlerinde işçi açığı yalnızca üretimi etkilemez... üretimden daha çok işçi sağlığı ve iş güvenliğini etkiler. kurum genel müdürünün 11 bin işçi varken "3 bin işçi açığı var" dediği tarihten bugüne işçi sayısı 8 bin'lere düştü. yani ttk en az 5 bin işçi açığı ile çalıştırılmaya çalışılıyor... 

5 bin işçi açığı... bir maden işçisinin 2 kişilik çalıştığı, bir çok yan işin yeterince yapılamadığı koşullarda dikkat, yeterli zaman, gereken önem nasıl sağlanabilir...? kaza mı şimdi bu...?

ttk'ya işçi alımını engelleyen hazine (maliye bakanlığı), kendine bağlı bir kurumun işletmecilik açısından gerekli ödeneklerini, işçi sayısını dikkate almayan eneri bakanlığı, işçi açıklarının önemini basın açıklamalarının ötesine taşımayan sendikacılar... o kadar çok suçlu var ki, "kaza" diyen desin... benim açımdan bu bir cinayet...

personel rejimi, ödenek, yatırım programı, verimlilik gibi süslü iktisat sözcüklerinin arkasına saklanarak işçi açıklarına rağmen madencileri ocağa sokanlar bu ölümün (bundan öncekilerin) ve ne yazık ki bundan sonraki ölümlerin de sorumluları olacaklardır...

erkan seyhan, 36 yaşında; bir eş, 2 çocuk bıraktı geride... bir de yaşayamadığı bir ömür... gruplu ve düşük ücretle çalışıyordu erkan seyhan. ve yıllardır daimi statüye geçmeyi, ücretlerinin eski işçilerin ücretleri düzeyine çıkarılmasını bekleyen binlerce maden işçisinden biriydi... daha düne kadar, yasaya rağmen 2 asgari ücret tutarındaki maaşı, daimi statüde çalışmayı çok görenler, bu uğurda yeterince savaşım vermeyenler, yarın "bürokratik gözyaşı" dökecekler erkan'ın mezarı başında. madenci güzellemeleri yapacaklar...

ya geride kalanlar...? bugüne kadar madenlerde yaşamlarını yitiren 5 binden fazla madencinin eşleri, çocukları, ana-babaları ne yapacaklar...? ya arkadaşları... göçüğün yaşandığı 2 (no'lu) ocakta ve diğer ocaklarda çalışan arkadaşları, birlikte işe gidip geldiği, aynı yolları yürüdüğü arkadaşları...

bu kadar ölüm, bu kadar yetimlik, bu kadar evlat ve arkadaş acısı yetmez mi bu kente...? 

salim çalık

26 Ağustos 2015 Çarşamba

çatışmalar 90'lara benziyor da, ekonomi farksız mı?


10 temmuz 2014'te 1 dolar 2,12 tl.
25 ağustos 2014'te 1 dolar 2,93 tl.


1 yıl içinde türk lirası 80 kruş'tan fazla değer yitirmiş (devüle olmuş). bu hafta çin'in düşük büyüme açıklamasıyla başlayan ve asya ve avrupa borsalarını sarsan durum, dünya genelinde bir krize yol açacak gibi görünüyor. buna altın fiyatlarının (özellikle türkiye'de) son yıllardaki en büyük yükselişini, petrol fiyatlarının ise en düşük değerlerini görmesini eklemek gerekiyor.

akp iktidarının hükümet ve seçimden başka bir şeyi gözünün görmediği açık. çünkü 4 gün önce ekonomiden bakanı nihat zeybekçi; "“Türkiye büyük, güçlü bir ülke. ’Vay şu olmazsa kriz gelir’. Gelmez arkadaşlar. Allah aşkına ben söylüyorum” dedikten 1 gün sonra dolar 3.tl'yi gördü.

demek istediğim çok şey var aslında; fakat artık kişi başı gelir nutukları atanlar 10.000 $'dan söz etmeseler iyi olur. yalnızca 7 haziran seçimlerinden sonra tl.nin 30 kuruş değer yitirmesi; ücretlerin dolara karşı %12 değer yitirdiği anlamına geliyor. yani akp iktidarının verilerini dikkate alırsak kişi başı gelir 9000 dolara düştü...

belirsizlik, çin ekonomisinin küçülmesi, gelişmekte olan ülkelerde sıcak paranın "kazandırmaması", dünya genelinde tüketicilerin tüketecek kadar gelirlerinin olmayışı, ülkelerin ve kişilerin borçlarının çevrilemeyecek noktalara ulaşması vb. onlarca etken 1994 ve 1999'da yaşadığımız krizlere benzer bir krizin kapıda olduğunu gösteriyor. 1999'daki kriz de asya'dan başlamış ve ülkemizi de vurmuştu...

ekonomi bakanı "kriz olmaz, allah aşkına ben söylüyorum" dese de, kapitalizmin krizsiz yaşayamayacağını ve her krizde önce emekçileri, sonra da kendi kendine yetemeyen ülkeleri vurduğunu biliyoruz...
1. altı ay %6, 2 altı ay %5 zammı yerlere göklere sığdıramayan sendikacılar "aldıkları" zammın ücretlilerin cebine girmeden buharlaştığını görüyorlardır sanırım... elbette önemli olan bizim, ücretlilerin görmesi...

türkiye'nin dönemsel olarak içinde bulunduğu durum şimdi tam da 90'lara benzedi. (çatışmaların düzeyinin daha çok 1970'lere benzediğini düşünsem de) bir yandan yoğunlaşan çatışmalar ve siyasi kriz, bir yandan yine asya'dan başlayan ekonomik küçülme ve krize evrilme olasılığı... akp sürekli diline doladığı 1999 ekonomik krizinin neredeyse tıpa tıp aynısını yaşıyor şu an ve seçimlerin YSK'yı beklemeden 1 kasım olarak açıklanmasının bir nedeni de bu diye düşünüyorum...

hiçbir iktidar eksikliğini kolay kolay kabul etmez. örneğin merkez bankası rezervi 120 milyar dolar açıklanıyor ya, gerçekte kullanılabilir net döviz rezervi 42 milyar $ düzeyinde. (120 milyar rezerv altın dahil tüm rezervlerin brüt miktarıdır.)

ithalatın düşürülemeyişi, ara mal ithalatının sanayideki ağırlığı, sermayenin dış borçlarının dövizdeki artışla birlikte katlanması ve ödeme güçlüklerinin ortaya çıkması, net döviz rezervlerinin spekülatörler tarafından paradan para kazanma fırsatı olarak görülmesi (hatta zorlanması), muktedirin faizlerin yükseltilmesine karşı çıkması, üretmeye bir ekonomi ve dış ticaret açığı...

istediğiniz gibi yorumlayın... hepimizin koalisyon tiyatrosunu izlediğimiz, (haklı ve kaçınılmaz olarak) çatışmalara yoğunlaştığımız, son olarak doğu karadeniz'deki sel (rant) felaketine baktığımız bir dönemde ekonominin durumu bu...
emeğin örgütlülük durumu "nerede bizim dolarlarımız" sorusunu sormaktan uzak... barıştan yana tavrımız ve kararlılığımız 1 kasım seçimleri kadar, ekonomik bölüşüm ilişkilerini de hesaba katmalı...

şu anda üretilen tüm mal ve hizmetler karşılığı elde ettiğimiz toplam gelirin %60'ını en varsıl %1'lik kesim alıyor, geri kalan %40' da kalan %99 arasında bölüştürüyorlar... unutmayalım ki; bu ülkede dünya milyarderler listesine girmiş (türkiye ölçeğinde) 35 süper varsıl (zengin) var...

salim çalık

22 Ağustos 2015 Cumartesi

ne dersiniz...?


medyada yeterince yer almadığı, kendi önceliklerimiz unutturulduğu ve yavaş yavaş taraf olmaya zorlandığımız için gözümüzden kaçıyor...

geçtiğimiz hafta akp iktidarı madenlerde işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili patlamalara karşı önlemleri içeren düzenlemeyi 31.12.2019 tarihine kadar erteledi. yani maden işletmecileri 4 yıl daha şu anki güvenliksiz koşullarda işçi çalıştırma hakkını aldı. birşey daha olacak; soma'dan sonra gelişen duyarlılık ve tepkiler sonucu önlemler açısından yetersiz görülen 60 maden ocağı kapatılmıştı. şimdi bu erteleme ile bu ocaklar da açılabilecek...

ne dersiniz...?

aynı akp iktidarı 37 yerleşim yerini güvenlik bölgesi ilan etti. huzurun ve güvenliğin sağlanması için yapıldığı söylenen bu düzenlemede geçtiğimiz hafta yapıldı. bu 90'lı yıllardan bildiğimiz olağanüstü hal rejiminin yeni adı... güvenlik bölgesi... ve aynı sırada iç güvenlik paketi doğrultusunda vali ve kaymakamlara gözaltına aldırma yetkisi verildi/ anımsatıldı.

ne dersiniz ..?

bir de şöyle düşünsek diyorum; aynı iktidar 11 yılda 15.000'den fazla insanın ölümüne yol açan işçi sağlığı iş güvenliği ile ilgili olarak düzenleme yapmadığı gibi, madenlerle ilgili yaptığı düzenlemenin uygulamasını da 2019 yılı sonuna erteledi...

eğer söz konusu olan insan canı ise, huzur ise iki farklı uygulama aynı iktidar tarafından nasıl yapılabilir? yerleşim yerlerinin özel güvenlik bölgesi ilan edilmesini haklı buluyorsak, madenlerde patlamaları (grizu- toz patlaması vb) önleyecek düzenlemenin ertelenmesine nasıl karşı çıkabiliriz? ya da işçilerin ölümüne, öldürülmesine göz yummak anlamına gelen bu ertelemeyi yapacak kadar sermaye sever bir iktidarın güvenlikli bölge ilanı kuşku doğurmaz mı?


kendi sermaye gruplarını düşünerek madenlerde güvenlik önlemleri için gerekli işçi sağlığı iş güvenliği harcamalarından kurtaran akp iktidarının; ilk (erken/ yeniden) seçimde tek başına iktidar olabilmek için böylesi güvenlik uygulamalarına ve çatışmayı körükleyen politikalara yönelebileceği çok mu abartılı...?

söz konusu olan insan yaşamı ve huzur ise; sokaklarda aldığın önlemleri işyerlerinde de alırsın; en basit bir işçi-memur eylemine katılanlara bile terörist muamelesi yaparken işçilerin ölümüne yol açan patronlara da katil dersin ve gereğini yaparsın... o zaman belki inanırız samimiyetinize...

ne dersiniz...?

yani; armutçuk, kozlu, mustafakemalpaşa, karadon, dursunbeyli, soma, ermenek, afşin-elbistan, torunlar inşaat, yollarda öldürülen mevsimlik işçiler vd. unuttuk mu? peki faili meçhulleri, madımak'ı, diyarbakır cezaevi'ni, uludere'yi, hayata dönüş operasyonlarını, ergenekon-balyoz-kck davalarındaki saçmalıkları, pozantı cezaevi'nde çocuklara yapılanları, gezi eylemlerinde öldürülenleri vd. unuttuk mu? peki son 30 yılda bütün bunların yaşandığı bir ülkede ve rejimde, şu an yaşadıklarımıza kuşkuyla bakmamız gerekmez mi?




daha suriye var... ab-d ile yeniden geliştirilen "sıcak" ilişkiler ve üslerin kullanılmasına izin verilmesi var... iki gündür bazı alevi dernek yöneticilerine yönelik silahlı saldırılar var... ve bütün bunlar karşısında bir de haber kanalları var? kaçını duydunuz...? duymadıysanız daha da kuşkulu değil mi...?ne dersiniz...?


salim çalık

22 Temmuz 2015 Çarşamba

DüşÜnSel: ayaklanın ey insanlar

DüşÜnSel: ayaklanın ey insanlar: işliklerde ölüm üretiliyor ölüm dikiliyor tarlalara sokaklara ölüm döşeniyor ve korkuyla tüketiliyor yaşam ey işçiler ayaklanın ey köylüle...

DüşÜnSel: alışmayın başkaldırın

DüşÜnSel: alışmayın başkaldırın: kardeşler ölüm yorgunuyuz saysak eksik kalık yazsak kalem kağıttan utanır kardeşler ölümler birikiyor kısacık ömrümüzde alışmayın ba...

10 Temmuz 2015 Cuma

(ermenek raporu) öldürülen madenciler var, maden yok


ermenek'te 18 madencinin katledildiği olayla ilgili dava sürüyor. bu arada enerji bakanlığı da bir rapor hazırlıyor. rapora göre;

1) 18 işçinin katledildiği "numune" adlı ocaktan enerji bakanlığı'nın haberi yok.
2) bu ocağı işleten has şekerler şirketi'nin ne zaman üretime başladığı bilinmiyor.
3) devlet arşivleri genel müdürlüğü'nden migem tarafından gönderilen belgeler isteniyor. ancak 1983- 1997 yılları arasına ait belgeler çıkmıyor.
4) "1994- 1997 yıllarına ait imalat haritaları dışında madenle ilgili belgelere ulaşılamamıştır" deniyor.
5) eneri bakanlığı kendisinin ve elemanlarının kusuru olmadığını belirterek savcılığın soruşturma izni istediği 20 bürokrat için soruşturma izni vermiyor...


daha fazla söze gerek var mı? unutanlar olabilir; hani ayakkabısı olmayan, ayağındaki yırtık lastikle gündem olan recep dayı var ya... onun ayağındaki lastiğe dikkat çekip "benim oğlan öldüyse saklaman" sözünü gözlerden kaçırmaya çalışmışlardı. 
"oğlum yüzme bilmezdi" diyen, 
ocaktan boşaltılan suyu koklayıp "oğlumun kokusu sinmiştir" diyen 
ana-babaların yaşadığı ermenek... 

bir de enerji bakanı vardı, soma'dan sonra oraya da giden ve "kime uzanırsa uzansın, hesabını soracağız" yalanıyla piyasa yapan, maden şirketlerinin memuru gibi çalışan..,
yalakaların konut yardımlarının dağıtılması sırasında salondaki acılı ana- babaları unutacak kadar kendilerinden geçip ak bakan ve vekiller için "türkiye sizinle gurur duyuyor" sloganlarının atıldığı ermenek... yukarıdaki rapor oranın raporu yani...

salim çalık

8 Temmuz 2015 Çarşamba

ÖZELLEŞTİRME ve KÖLELEŞTİRME ÖRNEĞİ OLARAK TTK- HEMA

(Ya da Sınıf Sendikacılığı)


Son günlerde metal, otomotiv ve maden işkollarındaki eylemlilikler ücret eksenli gibi görünse de, 12 eylül hukukunun, ekonomik düzeninin ve siyasi yapısının sorgulanması anlamı da geldiği için özü itibarıyla sınıfsal nitelikler de taşımaktadır. Verili ve dayatılan ekonomik işleyişe (ücret politikalarına), sendikal yapılara (teslimiyete), bu ikisini düzenleyen ve kollayan siyasi yapıya bir itiraz olarak da okunmak zorunda…

Hema (Amasra) Maden İşletmesi’ndeki madencilerin 2 gün önce başlattıkları eylemi de böyle görmek ve düşünmek gerektiği kanısındayım. Hema (Kandilli) Zonguldak ve Amasra’ya (Bartın) büyük vaatler, iktidar desteği ve Batı Karadeniz’i enerji üssüne dönüştürme iddiasıyla geldi (getirildi). 2005 yılında Hema Kandilli Kömür İşletmesi’nin açılışını dönemin başbakanı, Hattat Holding’in sahibi, dönemin GMİS (Genel Maden İşçileri Sendikası) başkanı ve enerji bakanının birlikte yaptığını (sermaye, siyaset, sendika- 3 S) anımsamak gerekir.

Sonrasında enerji bakanının 2 kez işletmeyi ziyaret ettiği, Kandilli ve Amasra’da termik santral kurmak için ruhsat aldığını, rödevansa yönelik olarak süre uzatma isteklerinin hemen kabul edildiğini, bazı ekipman desteklerinin verildiğini de unutmamak gerek.

KANDİLLİ HEMA MADEN İŞÇİLERİ DENEYİMİ

Böylesine iddialarla ve görkemli açılışla bölgeye gelen (getirilen) Hattat Holding (Hema Maden İşletmeleri)’de ilk eylem 2007 yılında Kandilli İşletmesi’nde yaşandı. İşçilerin talepleri arasında asgari ücret tutarındaki ücretlerinin artırılması, işyerine yasal zorunluluk olan işyeri hekimi ve ambulans alınması, koruyucu malzemelerin uygun standartta olması vb. vardı. Daha sonra Kandilli Hema Kömür İşletmesi’nde her yıl, bazen 1 yılda 2-3 eylem oldu. Bu eylemlerin çoğunda işçiler yalnız bırakılmalarına rağmen taleplerini kabul ettirdiler. Örneğin 2009 yılında işyerindeki taşeron şirketlerin ücretleri düzenli ödememeleri, şirketler arasındaki ücret farklılıkları nedeniyle “TAŞERONA SON” diyebileceğimiz bir eylem sonucu, işyerindeki taşeronların kovulması ve tüm çalışanların Hema İşletmesi kadrosuna alınması, ücretlerin ve kıdem tazminatlarının ödenmesini Hema İşletmesi’ne kabul ettirdiler. (Bu eylemler sırasında sendika üyesi olmadıklarını, GMİS’e üye olma isteklerinin sendika tarafından geri çevrildiğini anımsamakta yarar var.)

Tüm eylemleri yalnız başlarına yaptılar desek abartı olmaz. En son 2014 yılında Hema İşletmesi’nin 2 asgari ücret ödememek ve rödevans sözleşmesindeki haklarını genişletmek için TTK ve Enerji Bakanlığı’nın tutumunu gerekçe yaparak işten çıkarmalara başlaması sonrasında Zonguldak’a yürümek, kendilerini ocağa kapatmak dahil çeşitli eylemler denediler. 2013 yılında sendika üyesi olan işçiler 2014 yılı temmuz ayından itibaren işten çıkarmalar sonrası gerçekleştirdikleri eylemlerde de sendika genel merkezi, bölgedeki stk’lar ve siyasi partiler tarafından yalnız bırakıldılar… bugün işletme kapalı, 800 dolayındaki madenci işsiz. Bir kısmı da ülkenin değişik yerlerindeki madenlerde çalışmak için bölgelerini terk etmek zorunda kaldılar…

TTK’DAKİ ÜCRET POLİTİKASININ ANLAMI

Maden Kanunu’nda yapılan değişiklikler ve madenlerin “işletme hakkı devri” ile özel şirketlere açılmasına paralel olarak 2006 yılında (Türkiye Taşkömürü Kurumu) TTK’na işçi alımı öncesi iktidar ve GMİS yeni işe alınacak işçilerin ücretlerini düzenleyen bir protokol imzaladılar. Bu porotokole göre yeni alınacak işçilerin ücretleri eski işçilerin ücretlerinin %60’ı olacak, daha sonraki yıllarda işçi alımı olması durumunda 2006 esas alınmak üzere her yıl için 2 puan düşürülecektir. Aynı ücretlendirme KPSS ile işe alınan işçilere de uygulanacaktır. Yani iktidar devlet eliyle ücretlere müdahale ederek, özel sektöre de emsal olabilecek yüksek ücret uygulamasına son vermiş oldu. Elbette sendikayla birlikte…(3 S)

VE AMASRA

Bugün Amasra / Hema Maden İşçileri’nin yasal olarak 2 asgari ücret olması gereken ücretleri ödenmiyor. Yasa öncesindeki ücretlerden maaş ödeniyor hala ve burada çalışan arkadaşlar sendika üyesi aynı zamanda... Hema “ben galeri ve kuyu işimi bitirmedim ve kömür çıkarmıyorum; bu nedenle 2 asgari ücret ödeme yükümlülüğüm yok.” diyor. Torba Kanun’daki (Ek: 10/9/2014-552/9 md.) “Bu Kanunun 2 nci maddesinde sayılan 4. Grup madenlerden “Linyit” ve “Taşkömürü” çıkarılan işyerlerinde, yer altında çalışan işçilere ödenecek ücret miktarı 4857 sayılı Kanunun 39 uncu maddesi uyarınca belirlenen asgari ücretin iki katından az olamaz.” düzenlemesinde bulunan “çıkarılan” ifadesine sarılıyor. Daha doğrusu işçilere bunu gerekçe gösteriyor, yani “ben şu an kömür çıkarmadığım için beni bağlamaz” diyor. Oysa düzenleme açık; “taşkömürü ve linyint çıkarılan işyerlerinde, yeraltında çalışan işçilere” diyerek yeraltında çalışan tüm işçileri kapsadığını belirtmekle kalmıyor, yeraltında çalışıyor olmayı 2 asgari ücret tutarında ücrete hak kazanmak için yeterli görüyor.

Hema böyle diyor; peki devlet kurumu olan TTK…? TTK’da “ben ödediğim ikramiye vd. yan ödemelerle 2 asgari ücretin üzerinde ödeme yapıyorum. Dolayısıyla bu yasa beni bağlamaz” diyor. TTK’nın tutumu da önemli ve belirleyici. Çünkü yukarıda belirttiğim protokol doğrultusunda 2006 yılından bu yana TTK’da işe alınan 5500 dolayında işçinin de ücret sorunu var. Çıplak ücretler üzerinden bakıldığında maaşı 2 asgari ücretin altında olan işçiler var. Ücretle ilgili davalarda “ikramiye, sosyal hak vb. ödemelerin ücrete esas sayılamayacağı” yönünde mahkeme kararları da orta yerde duruyor.

Amasra Hema İşletmesi’ndeki durumun yalnızca ücretlerle ilgili olmadığını düşünüyorum. Çünkü Hema Kandilli ve Amasra’daki taahhütlerini yerine getiremedi. Termik santral kurma girişimleri bölge halkının, çevrecilerinin girişimleri sonucu (şu ana kadar) engellendi. Kandilli’deki ocaklarla ilgili olarak TTK ile mahkemelik ve kaybetmesi durumunda ciddi maliyetleri olacak. Yani Hattat Holding Zonguldak ve Bartın’a gelirken planladığı işlerin ve kazancın düşündüğü, beklediği kadar kolay olamayacağını gördü. Ancak kendisi “kapatıp, çıkıyorum” diyemediği, (şimdilik) isteklerini de TTK ve Enerji Bakanlığı’na kabul ettiremediği için, işçiler üzerinden bir zorlama, işçileri kullanma düşüncesi olabilir.

İLLE DE SINIF SENDİKACILIĞI

Yukarıda da belirttiği gibi; hem TTK hem de Hema İşletmesi’nde benzer sorunlar yaşanıyor. İki işletmenin çalışanları da GMİS üyesi; iki işletme de çıkarılan kanuna, anayasadaki eşitlik ilkesine uymamakta ısrar ediyor. İki işletme de iktidar gücüne güveniyor ve KANUNA UYMUYOR. İki işletmede de sendika izleyici ve günü kurtarmanın derdinde…

Kandilli’de Hema Maden İşçileri’nin eylemleri ne kadar öğreticiyse, sendikanın, iktidarın, yerel güç odaklarının, stk’ların tutumları da o kadar öğretici olmak zorunda. Şu anda TTK işyerleri için sözleşme sürüyor ve büyük olasılıkla işçiler “2 gün hafta tatilini kurtardık, ikramiyeleri, kömür hakkımızı kurtardık vb.” söylemlerle kandırılacak, ücretlerdeki eşitsizlik, uygulanmayan kanun, çalışma yaşamına ve iş güvenliğine ilişkin maddeler işverenin (iktidarın) istediği gibi geçecek.

Zonguldak ve Bartın (TTK) sınıf mücadelesi açısından deneyimler barındırıyor. 1965 Kozlu direnişi, 1990 grevi ve 1991 Ankara yürüyüşü, 5 nisan (1994) kararlarına karşı gerçekleştirilen eylemler, Hema Kandilli İşçilerinin 2007- 2014 yılları arasındaki sayısız eylemi bir tek şeyi gösteriyor; işçiler kendi kaderlerini ellerine aldıklarında başarılı oluyorlar, taleplerini kabul ettiriyorlar. Bunun için; işyerinde tüm çalışanların görüşlerinin, önerilerinin tartışılıp ortak karara dönüştürüldüğü, sendikayla (veya sendikaya rağmen) bu kararlar doğrultusunda mücadele edildiği, işçilerin “söz ve karar sahipliği”ni esas alan bir örgütlenme zorunludur.

Birçok yerde (ve Amasra’da da) atılan ve işçiyle sendikayı ayrı ayrı konumlandıran “işte madenci, işte sendika” sloganı yerine “söz yetki karar çalışanlara” sloganını öne çıkarmak; işimiz, geleceğimiz ve haklarımız için sendika yönetimlerini yetkili ve karar alıcı olmaktan çıkarıp, tüm çalışanların kararını uygulayan, sözcülük yapan bir konuma taşımak zorundayız. TTK’da 9 yıldır çözülmeyen ücret ve gruplu işçi sorunu, 800 işçinin işsiz kaldığı Hema Kandilli İşletmesi’nde yaşananlar, yaklaşık 10 aydır kanuna rağmen TTK ve Hema’da eksik ödenen ücretler… tüm bu süreçte her eylemde, her mitingde atılan “işte sendika işte madenci” sloganı… bu yüzden ille de sınıf sendikacılığı, ille de birlikte mücadele…




salim çalık

31 Mayıs 2015 Pazar

toplu iş sözleşmesi çerçeve anlaşması üzerine (2015) – 2

türk iş ile kamu iş (ve iktidar) arasında imzalanan çerçeve anlaşmanın ayrıntıları üzerinden de bakmamız gerektiğini düşünüyorum. 30.05.2015 günü bültenlere yansıdığı kadarıyla çalışanların haklarını karşılamadığını belirttiğim çerçeve anlaşmada, ücret dışındaki ödemelere ilişkin de bazı hükümler geçmişte olduğu gibi, çalışanların zararına biçimde imzalanmış.

nasıl olmalı?

anlaşmanın 3. maddesinde düzenlenen maktu ödemelere ilişkin olarak; “sosyal yardım, giyim yardımı ve denge ödeneği hariç toplu iş sözleşmesinde yer alan maktu ödemeler (ücrete bağlı olmayan ödemeler, doğum, ölüm, evlenme, yemek ve yol yardımları ile prim ve tazminat gibi ödemeler) toplu iş sözleşmesinin ücret zamları oranında ve ücretin zamlandığı tarih itibarıyla artırılarak ödenir…”

oysa burada sözü edilen yardımların yaşam içerisinde karşılığı var. yıllardır, her tis hazırlıkları sırasında sendikada görev alan arkadaşlara önerdiğim şeylerden bazıları; 1) yemek yardımı ttk misafirhanesi’nin günlük yemek ücretleri üzerinden, 2) yol yardımının belediye taşıma ücretlerinin ortalaması  veya işçilerin araçlara ödediği ücret üzerinden, 3) kuru katık bedelinin gerçek ücretleri üzerinden, 4) evlenme ve doğum yardımlarının da gerçekçi olması gerektiğidir. (ki insan bir kez evleniyor, çalıştığı sürede 2 veya 3 çocuğu oluyor- yani sürekli bir ödeme değil bunlar)

ücret artışlarında yıllardır alım gücümüz düşüyor. her keresinde enflasyon oranında artış aldığımız söylense de gerçekte temel tüketim maddeleri üzerinden bakınca durum hiç de iyi değil… yukarıdaki gibi önermelerimi ücret artışlarında da yaptım. maden işçilerinin ve ailelerin günlük yaşamlarında en fazla tükettiği 100 dolayında ürün seçilmeli ve bunların artış oranları istenmelidir. 

örneğin 2014 yılında madenci 1 aylık ücretiyle kaç kg. et, kaç kg. peynir, kaç kg. zeytin, kaç ekmek, kaç tüp, kaç kilo deterjan,  kaç ayakkabı, kaç pantolon vb. alabiliyorsa 2015 yılı tis görüşmelerinde bu istenmeliydi… ya da şöyle diyeyim; tüik ve merkez bankası açıklamalarına göre nisan 2015 itibarıyla YILLIK GIDA ENFLASYONU 14,31 olarak gerçekleşmiştir. o zaman bizim aldığımız enflasyon oranındaki ücret artışı anlamsızlaşıyor…

ücreti etkileyen maddeler

çerçeve anlaşmaya devam edelim… çok dikkat çeken denge ödeneğiyle ilgili olarak 5.maddede; “müktesep hak olmamak üzere ve başka bir ödemeyi etkilememek kaydıyla yılda bir defa ve eylül ayında 500 tl. brüt denge ödeneği ödenir…” diyor… başbakanın açıklamasında “gelir vergisinden kaynaklanan kayıpların karşılığı olarak” dendiği için, yeraltı işçilerine ödenip ödenmeyeceği bence kuşkulu. verilecek diyen arkadaşlar, yeraltına 2 asgari ücret ödenmesiyle ilgili KANUNUN ttk tarafından uygulanmadığını unutmasınlar derim. burada en önemli tanım MÜKTESEP HAK olmamak üzere… ne demek? kazanılmış hak değildir anlamına geliyor. yani ileriki yıllarda işveren ödemiyorum diyebilir ve sözleşme gereği itiraz edilemeyebilir… diğer önemli tanım; DİĞER BAŞKA ÖDEMEYİ ETKİLEMEMEK KAYDIYLA tanımı… ücrete doğrudan yansımayacağı için ücrete bağlı olan istirahat ücreti, kıdem tazminatı, prim vb. hesaplamalarda bu 500 tl. etkili olmayacak. yani denge ödeneği çok dengesiz… ve geleceği belirsiz; sanki bu dönemi atlatmak için veriliyor gibi…

sosyal yardım; sözleşmenin 1.yılında 220 tl. brüt, 2. yılında 235 tl. brüt olarak ödenecek… “süresi biten toplu iş sözleşmelerinde bu miktarın altında olan sosyal yardımlar, yukarıdaki rakamları geçmemek üzere 1. yılda %9, 2. yılda zam oranı kadar artırılır.” deniyor.

giyim yardımı 1. yılda 150 tl., 2. yılda ücret zammı kadar yükseltilerek ödenir diyor. 150 tl.ye giymek için ne alabiliriz…? (eskiden bu bir takım elbiselik kumaş olarak veriliyordu.)

farkların ödenmesi “işletmelerin bütçesi göz önüne alınarak en kısa sürede ödenir” deniyor. eski sözleşmelerde zaman zaman tarih verilir, farkları ne zaman alacağımızı bilirdik. şimdi bu tarih de kaldırılmış ve işletmelerin inisiyatifine bırakılmış…

taşeronlaştırma niye var bu çerçevede?

hizmet alımları (taşeronlaştırma) da yer bulmuş çerçeve sözleşmede. ihale kanununa atıf bulunarak, asıl işlerin dışındaki işlerin yaptırılması için; “hizmet türlerinin bakanlar kurulunca tespit edilerek yayınlanmasını müteakip hizmet alımı suretiyle kamu kurum ve kuruluşlarına ait asıl işlerde alt işverenin işçileri çalıştırılmayacaktır. asıl işte çalıştırılan alt işveren işçilerinin kadroya alınmasına ilişkin işlemler başlatılacaktır.” ilk bakışta madde göze hoş görünse de, asıl iş niteliğinde olmayan işlerin taşeronlara verilmesi de kabul edilmiş oluyor… sendikacıların bu sakıncayı görmemiş olmaları olası değil…

ne yapmalı?

buraya kadar gördüğümüz ve elimizdeki tutanaktan anladığımız şey; ücretlerle ilgili tüm maddeler bağıtlanmış durumda. sendikalar idari maddeleri görüşürken bu rakamların dışına/ üzerine çıkacak bir yürekliliği ve direnci gösterebilirler mi bilmiyorum… fakat çerçeve anlaşmaya imza atan sendikaların bundan sonraki görüşmelerde düzeltme yapabileceklerini, bu yönde teklifte bulunabileceklerini sanmıyorum…

madenciye ve bu çerçeve anlaşmadan etkilenecek 210 bin işçiye düşen tek görev, hak gasplarının önüne geçmek için işyeri işyeri, şube şube direnç göstermek, itirazları yükseltmek ve genel merkez üzerinde basınç uygulayarak 2 ay önce verdikleri sözleri anımsatmaktır…

bir şey daha yapmalıyız; tüm sendikacıların ücret, sosyal hak, ikramiye ve tazminatlarının kazı işçisi düzeyine düşürülmesi için baskı oluşturmalıyız… yıllık en az 100 bin tl.nin üzerinde geliri olan sendikacıların gruplu işçilerin durumunu da, işten atılan hema işçilerinin durumunu da, yerüstünde çalışan işçilerinin durumunu da, kpss’den işe giren düşük ücretli işçilerin durumunu da anlamaları imkansızdır… seçildikten sonra yaşam biçimleri, ekonomik refahları ve değiştirdikleri çevreleriyle madencilikten, işçilikten kopanların işçilerin ekonomik- demokratik hak örgütü olan sendikalarda işçileri temsil etmeleri mümkün değildir.

salim çalık







toplu iş sözleşmesi çerçeve anlaşması üzerine (2015)



not: bu yazı toplu iş sözleşmesi çerçeve anlaşması sonrası ttk dikkate alınarak yazılmıştır.

çerçeve anlaşması öncesi (kısa değerlendirme)

kamu kurumlarında çalışan işçilerin toplu iş sözleşmesi görüşmeleri epeyce tartışma yaratacak, yaratmalı da… diğer kurumların durumunu kesin olarak bilmemekle birlikte türkiye taşkömürü kurumu’nda çalışan işçilerin ücretleri bazı kurumların altında kalmakla birlikte; 2006 yılından bu yana uygulanan ücret politikası nedeniyle aynı işi yapan işçiler arasında da ciddi farklar oluştu…

2006 ve 2009 yılındaki işçi alımı gruplu (münavebeli) olarak gerçekleştiği için bu arkadaşlar işverenin çağrısı olmazsa 2 ay çalışıp 1 ay dinlendiriliyorlar ve bu 1 aylık dinlenme karşılığı ücret almıyorlar. yine bu arkadaşlar 2006 yılında sendika ve iktidar (yani iktidar adına kamu iş) arasında düzenlenen bir ek protokolle düşük ücretle iş başlatıldılar… o gün bugündür bu protokol kaldırılmadığı gibi, gruplu işçiler resmi olarak daimiye de geçirilmediler…

aynı protokole göre kpss ile işe alınan işçi ücretleri de emsallerinin altında ki; eski işçilerin ücretlerinin %57’sine kadar düştü… bu işçi arkadaşlar da ücretlerinin eski işçilerin düzeyine çıkarılmasını bekliyorlardı. Görünen o ki; ttk (Türkiye taşkömürü kurumu)’nda örgütlü genel maden işçileri sendikası yeni yönetimi niye seçildiklerini anlamadıkları gibi, eski yöneticilerin gerisine düşmeye başladıklarını görememişler… şu an yönetimde bulunanların delege seçimleri ve genel kurul’da “gruplu işçilerin daimiye geçirilmesi, ücretlerinin iyileştirilmesi” yönünde verdikleri sözlerin üzerinden iki ay geçti…

işte rakamlar

gelelim ücretleri kapsayan çerçeve anlaşmaya… 2015 yılı 1. ayı için %6; 2. ayı için %5; (bu satırları yazdığım sırada haberlerde belirtilmediği için) 3. ve 4. altı aylarda da enflasyon oranında zam olduğunu sanıyorum.

bu altışar aylık zamlarla birlikte; brüt ücreti 2.150 tl.nin altında olan işçilerin ücretlerine 2.150 tl.yi geçmemek koşuluyla 50- 100 tl arası iyileştirme;

brüt ücreti 2.151 tl. ile 2.250 tl. arasında olan işçilere 2.250 tl.yi geçmemek üzere 75. Tl. iyileştirme;
brüt ücreti 2.151 tl. ile 2.350 tl. arasında olan işçilere 2.350 tl.yi geçmemek üzere 50 tl iyileştirme yapılacak.

bunlara ek olarak gelir vergisinden kaynaklanan kayıpların karşılığı (diye) yılda 1 kez 500 tl. denge ödeneği öngörülüyor…

nasıl görmeliyiz?

burada iki temel sıkıntı var; 1) eğer 500 tl.lik denge ödeneği gelir vergisinden kaynaklı ücretlerdeki erimenin karşılığı ise, gelir vergisinden muaf olan yeraltı işçilerine ödenmeyebilir… 2) tüm bu iyileştirmeler ve yılda bir kez ödenecek 500 tl. yevmiyeye doğrudan yansıtılmadığı için, sonraki yıllardaki ücret artışlarında etkisi olmayacak…

iyileştirmelere fazla takılmamak gerektiğini düşünüyorum. çünkü birçok işçinin ücretine buradan bir şey yansımayacak. dikkat edilirse iyileştirme yapılacak alt sınır ile üst sınır rakamları arasında 100 tl. var. zaten çalışma bakanı imza sonrası yaptığı açıklamada “yaklaşık 40 bin işçinin ücretlerde %16’nın üzerinde artış sağlandı” diyerek beni doğruluyor… 210 bin kişiyi kapsayan toplu iş sözleşmesi’nde yalnızca 40 bin kişiye %16 dolayında ücret artışı sağlanmıştır…

ttk’da çalışan gruplu işçilerin daimiye geçirilmemiş olması, (idari maddelerde belki geçirilebilirler), gruplu ve kpss’den işe yerleştirilen işçilerin ücretlerinin eski işçilerin ücretlerinin düzeyine çıkarılarak arada %40’a varan farkın giderilmemiş olması ciddi bir haksızlık ve sömürüyü derinleştiren bir uygulama… ayrıca çalışma barışını bozması, eşit işe eşit ücret ilkesinin bile hiçe sayılmaya devam edilmesi ekonomik- demokratik hak örgütü olan sendikaların içine düştükleri duyarsızlığı ve iktidara teslimiyetlerini göstermesi açısından önemlidir.

imza öncesi (türk iş ne istiyordu?)

gelelim türk iş ve koordinasyon kurulu’nu oluşturan sendikaların masaya oturdukları zaman istediklerine… türk iş’in sayfasında aynen aşağıdakiler yazıyor. (kısaltmalar yaptım yalnızca)

iyileştirmeler; 2.350 TL/ay altındaki ücretler 2.350 TL/ay’a yükseltilecektir.

ücret zammı; 31.12.2014 tarihinde işyerinde çalışan işçilerin ücretlerine 01.01.2015 tarihinden geçerli olacak biçimde %15 yapılacaktır.

31.12.2015 tarihinde işyerinde çalışmakta olan işçilerin ücretlerine 01.01.2016’dan itibaren 2015 yılında gerçekleşen enflasyonun üzerine 4 puan ilave edilerek bulunacak oran kadar zam yapılır…

toplu iş sözleşmesinin 1. ve 2. Yıllarında işçilerin ödeyecekleri gelir vergisi % 15’tir. %15’i aşan vergiler işveren tarafından karşılanır. Enflasyon oranının belirlenmesinde 2003=100 tüik türkiye geneli tüketici fiyatları endeksi kullanılır…

sosyal yardımlar:
sosyal yardım :275 tl/ ay
yemek parası : 10 tl/ gün
aile-çocuk yardımı: devlet memurlarına verilen miktarda
giyim yardımı: 150 tl/ yıl

yukarıda yer alan sosyal yardımlardan yüksek olanlar aynı miktarda artırılır.
yukarıda yer almayan sosyal yardımlara ücret zamları oranında zam yapılır.
bu sosyal yardımlar 2. yılda ücret zamları oranında aynı tarihte artırılır.

utanmaları gerekir (mi?)

masaya bunlarla oturuldu. şu an yalnızca ücret artışlarıyla ilgili çerçeve anlaşmayı (kısmen) biliyoruz. sosyal haklar ve idari maddelerdeki durum netleştiğinde kayıplarla karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır. örneğin işçi sağlığı iş güvenliğine ilişkin düzenlemeler ölmeden çalışmamız için ücret kadar önemli. işyerlerindeki taşeron uygulamaları ve özelleştirmenin önünü açan fiili durumlar kurumun ve kentimizin geleceği açısından önemli… ttk özelinde norm kadroyu tamamlayacak bir işçi alımının sözleşmede gündeme getirilmeyişi önemli…

metal sektöründe (imzalanmış bir sözleşmeye rağmen) bir direniş ve kazanım elde etmiş işçiler de mi örnek olmadı gmis yönetimine…? Peki her mikrofon bulduklarında “direniriz, biz büyüğüz, geleneğimiz var, Ankara yürüyüşümüz var…” gibi sözlerle 25 yıldır yedikleri büyük madenci grevi ve yürüyüşü mirası ve yürüyüşü  yapan abilerinden de mi utanmıyorlar… ? daha bu yıl başından bu yana köy köy, kahve kahve dolaşıp işçiden oy isterken verdikleri sözler akıllarına geldiğinde utanmayacaklar mı? tam da bir genel seçim öncesi, akp’nin bile 1 oyun hesabını yaptığı, “çerez” parasının tartışıldığı bir dönemde…

ve yine türk iş’in sayfasından bir notla bitireyim: yukarıdaki rakamlara imza atan türk iş’e göre mayıs 2015’te;
 türkiye’de 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 1.349 tl., yoksulluk sınırı 4.395 tl. iyi mi?

bu rakamları bilgi olsun diye mi sitelerine koyuyorlar yoksa iktidarla, işverenlerle pazarlık yaparken ölçü almak için mi…?

30 Mayıs 2015 Cumartesi

resmimiz bu kadardır işte

sermaye ve iktidar parasal verileri açıklayarak sömürüyü haklı göstermeye, bizi de teslimiyete ikna etmeye çalışıyorlar...

emekçilerin, köylülerin, küçük esnafın bilançolarında ekmek dilimleri, "bugün de ölmedim anne" diyebilecek kadar soluk almak var...

çocuğa verilememiş harçlık, dışarıdan görülmediği için giyilmeye devam edilen tabanları delik ayakkabılar, gidilememiş memleket, 25 krş. ucuz olduğu için bir gün öncesinin ekmeğinin alındığı kuyruklar var...
sigortasızlık var, mevsimlik işçi denerek tarla tarla, diyar diyar işe koşulmak var...
ekmek arası ölümler var...
şairin dediği gibi "fukara ölümü" geldim geliyorum demeyen...

sermaye paracıklarını sayarken yorulur biz ölülerimizi taşırken...
iktidar sermayeyi ve çerez parasını korurken terler, biz madenlerde, tezgah başlarında ay sonunu beklerken...

resmimiz bu kadardır işte, dünyamız da... yıldan yıla artan ölümler, yarım kalmış yaşamlar...
resmimiz bu kadardır işte ...

salim çalık

1 Mayıs 2015 Cuma

DüşÜnSel: yazgımız ortak/ başlar masalımız

DüşÜnSel: yazgımız ortak/ başlar masalımız: ... ağlamayın diyorum çocuklar ağlamayın yazgımız ortak yeryüzünde denizlere ortak gözyaşlarımız omzumuzdaki düş mavi bir çığlıkla selamladı...

DüşÜnSel: ENTERNASYONAL

DüşÜnSel: ENTERNASYONAL: Uyan artık uykudan uyan Uyan esirler dünyası Zulme karşı hıncımız volkan Bu ölüm-dirim kavgası Yıkalım bu köhne düzeni Biz başka alem isteri...

29 Nisan 2015 Çarşamba

kömür içinde



soluğumun gerisinde an'ın içinde
yürek çatladı çatlayacak
ne çok ölüyoruz/ ne çok kömür içinde
parçaları birbirine yabancı
kırık yaşam öyküleri galerilerde


salim çalık

23 Nisan 2015 Perşembe

madenciye 2 gün hafta tatili (soma katliamının bedeli- unutma ! )


yazmamak için epey direndim... ancak öylesine abartılmış ve nasıl gerçekleştiği unutulmuş ki; MADENCİYE, 2 ASGARİ ÜCRET TUTARINDA MAAŞ ve 2 GÜN HAFTA TATİLİ yasallaştıktan sonra, haklı bir sevinçle birlikte bir haksızlık da yapılıyor bilmeden, ayrımına varılmadan...

arkadaşlar 2 ASGARİ ÜCRET TUTARINDA ÜCRET ve önce 36 saatlik haftalık çalışma süresi (uymayınca) haftalık 37,5 saat çalışma ve 2 GÜN HAFTA TATİLİ NEYİN SONUCU GERÇEKLEŞTİ, UNUTTUNUZ MU?

soma katliamı sonrası 301 madenci katledildikten sonra iktidar tepkileri önlemek ve "vicdanları satın almak için" çalışma süresi, ücretlerde iyileştirme, ölenlerin yakınlarına ev, psikolojik destek, denetimlerin gözden geçirilmesi, mevzuatın yeniden yazılması gibi onlarca söz vermişti... unuttunuz mu?

işte 2 ASGARİ ÜCRET TUTARINDA MAAŞ ve HAFTALIK 37,5 SAATLİK ÇALIŞMA ve 2 HAFTA TATİLİ BİZLERE 301 MADENCİ ARKADAŞIMIZIN CANLARININ BEDELİ OLARAK VERİLDİ... yani ömürleri çalınan, artık gün ışığı göremeyecek olan can'ların bedeli olarak.....

bu yüzden bu yasal düzenlemeyle ilgili yazıp çizerken, sevincimizi ifade ederken;

1) soma'da katledilen arkadaşlarımızı unutmadığımızı gösteren bir iki cümle yazmak, olanak varsa mahkemelerine giderek fiili destek vermek borcumuzdur.

2) iktidar söz verdiği işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin yasal düzenlemeleri hala daha yapmış değil. evet insanca bir ücret ve 2 gün hafta tatili hakkımızdır, bunun için sevinilmesi olağandır. FAKAT ALDIĞIMIZ ÜCRETİ HARCAYABİLMEK, 2 GÜN HAFTA TATİLİNİ KULLANABİLMEK İÇİN YAŞAMAMIZ GEREKİYOR. BU NEDENLE DE YAPILAN DÜZENLEMELERDEKİ BU EKSİKLİKLERİ DİLE GETİRMEK, SENDİKALARI ZORLAMAK, BULUNDUĞUMUZ HER ORTAMDA İŞÇİLERİN İŞ CİNAYETLERİNDE ÖLDÜRÜLMEMESİ İÇİN SAVAŞIM VERMENİN ALTINI ÇİZMEMİZ ZORUNLUDUR...

(bu arada kamu kurumu olan ttk dahil bir çok şirketin 2 asgari ücret tutarında maaş vermediğini, verenlerin de bankamatik önünde beklettikleri adamları aracılığıyla işçilerin ellerinden eski maaşlarından fazlasını aldıklarını not olarak düşmemiz gerekiyor.)

salim çalık

21 Nisan 2015 Salı

"Deniz olsam isyanım kıyılara vururdu,..."

“Siz hiç kucağınıza ölmüş bir evladınızı aldınız mı?”

ölmüş babanızı, ölmüş kocanızı, ölmüş sevgilinizi, ölmüş dostunuzu… SİZ HİÇ KUCAĞINIZA ÖLMÜŞ BİR İNSANI ALDINIZ MI?

sanırım anaların, eşlerin, sevgililerin dile getiremedikleri fakat söylemek istedikleri aşağıdaki cümlelerdir…
……….
ekmek parası diyerek göçtük geldik buraya. kocam göçükte kalıp öldü; bana da kan parası verdiler.
ölmek için bu kadar yol gelmeye gerek var mıydı? köyümüzde kalsaydık ya da açlıktan ikimiz birlikte ölseydik…
kimse anlamıyor; verilen kan parası, dul maaşıyla aldığım ekmeği yerken sevdiğimin etini çiğniyormuş gibi oluyorum… kimse anlamıyor; derdim para değil, çalınan ömrümüz ve yaşayamadıklarımız…

…….
ellerin…
grizuda yanmış bir madencinin yüreğiyle yanar
ellerin…
üreten ve yaratan ellerin ve seven ellerin
yitirilmiş sevdiğinin yüreğince kanar
………..
soma katliamında oğlu kader yıldırım’ı yitiren anne elmas kaya, duruşma sırasında; “Deniz olsam isyanım kıyılara vururdu, bize bunların yalanlarını hikayelerini dinletiyorsunuz. Onlara bir şunu sorar mısınız: Siz hiç kucağınıza ölmüş bir evladınızı aldınız mı?”
.........
ve çocuklarına miras bırakıp ölümü
ve madenciliği
gün geldi jandarma zoruyla
gün geldi açlık belasına
boynunu büküp kazma salladı
bu halk…
yaşadığımız bu kent
bu ışıklı gece, tenimizdeki bu sıcaklık
kaç ölümle yaratıldı
bilseniz kaç cana maloldu

……..bu yaldız yaldız şehir

salim çalık

20 Mart 2015 Cuma

madencilerden basın açıklaması

BASINA ve KAMUOYUNA


Bizler TTK (Türkiye Taşkömürü Kurumu)’nda çalışan maden işçileri olarak, çalıştığımız kurumun ve yaşadığımız kentin içinde bulunduğu sorunlara dikkat çekmeyi ve duyarlılık oluşturmayı sorumluluk olarak görmekteyiz. Bu bilinçle,

Biz diyoruz ki;TTK’ya bir an önce işçi alınmalıdır. Çalışan sayısı 9000’in altına düşmüş bir TTK kömür üretememekte, şu an çalışmakta olan arkadaşlarımızın çoğu işçi açıklarına bağlı olarak fiziki olarak zorlanmakta, bu durum işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından riskler oluşturmaktadır.

Zonguldak bir işsizler ve emekliler kentine dönüşmüştür. TTK Genel Müdürlüğü’nün norm kadrosuna göre TTK’da 4000 dolayında işçi açığı, İş Kur kayıtlarına göre ise Zonguldak’ta 40.000 dolayında işsiz vardır. 2002 yılında 18.500 kişi çalışırken o dönem TTK’ya 5000 işçi alacağını vaad eden iktidar partisi ve milletvekili adayları seçimden sonra bu sözünü unutmuştur. Aynı verileri esas almamız durumunda şu anda TTK’da en az 20.000 işçinin çalışıyor olması gerektiği açıktır.

Biz diyoruz ki; 2006 yılından bu yana işçi alımlarında uygulanan ücret politikasına son verilmelidir. Şu anda yeraltı işlerinde çalışan eski işçilerle 2006 ve 2009 yılında işe girenler arasında ciddi bir ücret farklılığı bulunmaktadır. Benzer ücret uygulaması KPSS’den işe giren arkadaşlarımız için de geçerlidir. Aynı işi yapan işçiler arasındaki bu ücret farklılığı adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı olmakla birlikte, çalışanlar arasında da ayrışma ve huzursuzluk kaynağıdır.

Biz diyoruz ki; 2006 ve 2009 yılında gruplu olarak işe alınan arkadaşlarımız daimiye geçirilmelidir. İşverenin insafına bağlı olarak 8 ay çalışıp 4 ay ücretsiz olarak dinlendirilme durumu hem çalışanların yıllık ortalama ücretlerinin düşmesine, hem de fiili olarak var olan işçi açığının daha da artması ve üretimin olumsuz etkilenmesi anlamına gelmektedir.

Biz diyoruz ki; Kıdem tazminatı işyerinde geçen yıllarımız karşılığı aldığımız temel haklarımızdandır. Emeklilik sonrası birçok işimizi tazminata bıraktığımız ortadadır. Ayrıca kıdem tazminatı tüm çalışanlar için iş güvencesidir. Fona devredilmesi, aylık olarak yatırılması ve 30 gün olan hesaplama süresinin 15 güne düşürülmesi ekonomik kaybımızla birlikte iş güvencemizi de elimizden alacaktır. Bunun en somut örneği İşsizlik Fonu’dur. Şu ana kadar fonda biriken para 80 milyar TL.yi geçmesine rağmen, yararlananlara yapılan ödeme 11 milyar TL.dir. Bunun yolu fona devretmek değil, kayıt dışılığı önlemek ve kıdem tazminatına devlet güvencesi vermektir.

Biz diyoruz ki; TTK’daki özelleştirme ve rödevans uygulamalarına son verilmelidir. Son 10 yılda yaşanan büyük çaplı iş kazaları kaza olmanın ötesine geçmiş, cinayete dönüşmüştür. Ayrıca TTK ve TKİ’ye ait ocakları işleten patronlar başta çalışanlara olan yükümlülükleri olmak üzere ekonomik, sosyal sorumluluklarını yerine getirmemektedir. Şu an birçok işletmede çıkarılan kanuna rağmen 2 asgari ücret ve günlük 6 saatlik çalışma süresi koşuluna uymamaktadır. Özel sektör işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini maliyet olarak görmekte ve yerine getirmemektedir. Soma’da, Ermenek’te somut olan gerçek budur. Taşeron uygulaması işyerinde çift başlılığa yol açmakta, yönetim zaafı oluşmaktadır. 2013’te Kozlu’da yaşanan gaz degajı sonrası ortaya çıkan 2011 yılına ait Sayıştay raporunda “Bugüne kadar facia olmaması tesadüftür” denilmektedir.

Her ne kadar bu basın açıklamamız TTK, Zonguldak ve Kıdem Tazminatı üzerine olsa da;

Biz diyoruz ki; Soma’da, Ermenek’te, Zonguldak’ta ve diğer özel ocaklarda çalışmakta iken son düzenlemeleri veya TTK ve TKİ’nin taleplerine yanıt vermediğini gerekçe yaparak binlerce işçiyi işten atan, kıdem tazminatlarını ve ücretlerini ödemeyen işverenlerin sözleşmeleri iptal edilerek, çalışanların hakları ödettirilmelidir.

Kentimizde haziran ayından bu yana işçi çıkaran, işçileri devlet karşısında koz olarak kullanan Hema Kandilli İşletmesi’nde ve diğer özel ocaklarda işten çıkarılan madencilerin çalıştığı işyerleri TTK tarafından devralınmalı bu arkadaşlar yeniden işe başlatılmalıdır. Kapatılan her ocak, çıkarılan her işçi kentimizin ekonomik- sosyal- kültürel olarak gerilemesi, küçülmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca madenciliğin deneyim gerektirdiği gerçeği unutulmadan, her biri 8- 10 yıllık madencilik bilgi ve deneyimine sahip bu arkadaşlarımızın bilgi ve deneyimlerinin heba edilmesi, çoğu 30 yaşın üzerindeki bu işçilerin kaderlerine terk edilmesi sosyal devlet anlayışıyla, insan merkezli ekonomi anlayışıyla çelişmektedir.

Biz diyoruz ki; TTK 1980’lere kadar Türkiye’yi sırtında taşımıştır. Cumhuriyet’in ilk il ilan ettiği ve 1980’de Türkiye’nin en gelişmiş 5. Kenti olan Zonguldak’ın bugünkü durumu geçmişine, bu kenti kuranlara, madenlere canını verenlere ve madenciliğe haksızlıktır. 1990’larda 10 milyon ton olan kömür ithalatının bugün 20 milyon tonu geçmiş olması, yeraltında çıkarılacak kömürü, 40 bini aşkın işsizi olan Zonguldak’a haksızlıktır.

Bu kentte yaşayanlar ve TTK’da çalışan madenciler olarak; tüm kamuoyunu, emekten yana duyarlılığı olanları, özelleştirme, taşeronlaştırma, ücretlerdeki eşitsizlik, işsizlik ve kıdem tazminatı konusunda taleplerimize destek vermeye, seslerini sesimizle birleştirmeye çağırıyoruz.


                                                                                              MADEN İŞÇİLERİ

11 Mart 2015 Çarşamba

7 mart 1983 grizusu yıldönümünden...

7 mart 2015 armutçuk müessesesi'nde yapılan anma töreninden görüntüler...
bu görüntüler her yıl yineleniyor. önlemler, önlemlerin uygulanması, gerekli yasal düzenlemeler konusunda doğru düzgün tek söz edilmeden, ölen madenciler anılıp ardından dua ile sonlandırılıyor...

oysa madenciler olarak şunu düşünüp, sormamız gerekiyor; on yıllardır yinelenen bu anmalar neye, kimlere hizmet ediyor? bu anmalar gereği gibi yapılıp, dersler çıkarılsaydı kozlu, yeniçeltek, mustafakemalpaşa, dursunbeyli, karadon, kozlu, soma, ermenek'teki katliamlar yaşanır mıydı?

armutçuk'taki anmaya akp milletvekili ercan candan telgraf göndermiş; "işlerimin yoğunluğu nedeniyle törenlere katılamıyorum, ölenlere rahmet...." demiş. bir maden işçisi bağırdı bu telgraf okununca, "ne zaman yanımızda olacaklar?" bu soruyu daha da anlamlı kılan bilgi yerel gazetelerin sitelerine düştü 2 saat sonra...

akp milletvekili ercan candan yoğun işleri nedeniyle 103 kişinin öldüğü grizunun anmasına katılamazken, saat 10:00'da yarım saat uzaklıkta (gülüç'te) açılış ve temel atma töreninde yerini almıştı... ereğli'de bunun üzerine konuşurken bir arkadaşım; "seçim dönemi geldi, ölülerden ne hayır gelir, dirilerin yanında..." dedi... evet yaşıyor olsak da ölü sayılıyoruz sanki...; madencinin emekçiden, emek dostlarından başkasına yüzünü dönmemesi gerektiğine ilişkin acı bir örnek...

salim çalık










YEDİ MART SEKSENÜÇ ÜÇ MART DOKSANİKİ VE TÜM MADEN ŞEHİTLERİNE

hangi köyün yüreği / hangi ananın gözyaşları / tutabilir yasınızı // bilmem kaç yedi kat altında / yatarken yerin / okuttular kur’an’ınızı / yatış şeklinizi bile bilmeden // ilk size kuruldu/ cenazesiz gömütlükler/ -dünyada yüreğim gömüt size-// bilmem kaç yedi kat altında yerin / yatarken sizler / yemin ettim böylesinin sürmeyeceğine // yemin ettim/ yatış şeklinizi bilmeden// bilin ki dostlarım / dimdik ve ayaktasınız / yüreğim gömüt size...// Armutçuk-Kozlu 10/03/92 / salim çalık / GÜLMEKLE AĞLAMAK ARASI (sf.36)

geleceğe dikiliyor gömüt taşları



biliyorum
kendisini kirleterek tükeniyor
umutla süslenmiş gelecek günler

şimdi
bir bir içime gömülüyor
yaşamda alacağı kalan çocuklar
ömrü metaya değişilen işçiler
içime gömülüyor
töreye kurban edilen kadınlar
ve karşılıklı dağlara sürülüyor gençler
gömüt taşları geleceğe dikiliyor
gömüt taşları iki parça yüreğime

şimdi
tepeden tırnağa utançla
__ipe çekiyorum mutluluk düşlerimi
acı ve hüzün ötesi yaralı duygularla
__tenime gömüyorum gülüşlerimi

………………kasım-aralık 2007
salim çalık