Özelleştirmenin
ilk tartışılmaya başlandığı yıllardan günümüze kadar emeği, üretim kültürünün
önemini, devletin ekonomideki yerini koruması gerektiğini söyleyenlere “bakın;
Sovyetler bile çöktü.Siz neyi savunuyorsunuz.” denerek karşı çıkıldı. Özelleştirmeye
ve oluşturulmak istenen tüketim kültürüne karşı çıkanlar bir dönem ‘dinozor’
olarak tanımlandılar.
‘Serbest
Piyasa Ekonomisi’ olarak sunulan ekonomi politikalarının, vahşi kapitalizmin
kendisi olduğunu söyleyenlere “insanların özgürce istediği malı üretmesini,
tüketmesini istemiyor musunuz?” diyerek yanıt verdiklerini sandılar.
Emeğin
korunması gerektiğini, üretimin artırılması için istihdam alanlarının açılması
gerektiğini söyleyenlere “bütün dünyada devletler üretimden çekiliyor. Siz
KİT’lerin arpalık ve devletin sırtında yük olarak kalmasını mı istiyorsunuz?”
dediler...Bu yaklaşım öylesine tabulaştırıldı ki Meslek Yüksek Okulu’nda aynı
görüşleri dile getirdiğimde hocalarımdan birisi “ne kadar geri kafalısın”
demişti. Düşüncelerin özgürce ifade edilmesi gereken, özgür düşüncenin
öğretildiği yüksek okullarda bile buna benzer eleştirilere tahammül edemez
hale geldik.
SAHTE İLAÇ,SAHTE
RAKI ve (SAHTE İNSAN)
Şaşırıyorum.
Bu şaşkınlığım sahte ilaç, sahte rakı haberlerine gösterilen tepkilere. Halbuki
bu insanlar da özgürce üretip, satıyorlar. Alanlar özgürce tüketiyor. Serbest
Piyasa’ nın gereği bu. Uluslararası büyük ilaç firmalarının ürettikleri
ilaçları ilk önce geri kalmış ülkelere göndererek, bu ülke halklarını
çaktırmadan denek olarak kullandıklarını birlikte okumadık mı? Birçok büyük
kozmetik üreticisinin halen daha kanser etkisi yapan, sera gazı özelliği
bulunan ürünlerle parfüm, sprey ürettiğini unuttuk mu? İşte birkaç tanesi: CK
One, Eternity for men, Eternity for women, N5, Coty, Poison, Venderbilt,
Sunset, XS Excess pour homme, Le Male, White musk gibi 36 ünlü parfüm...(1)
Bunlara
neden şaşırmıyoruz? Sahte ilacı, sahte rakıyı haber yapanlar bunları neden
atlıyor? En önemlisi de bir insan nasıl olur da para kazanmak için diğer
insanların yaşamıyla oynayabilir? Ben bu sorunun sorularak yanıtlanmasını
beklerdim. Bu soruyu da soran çıkmadı. Bu üretim biçiminin nasıl olup da
rahatça piyasaya açılabildiğini de soran yok. yoklar o kadar çok ki...
Daha
çok kar, daha çok para kazanmak bir dönem sonra, nasıl olursa olsun daha çok
kazanmak olarak dönüşüme uğruyor. Çünkü insanların tüketime yönlendirilmesi
için yapılanlara bakmak, üretimin nasıl gerçekleştirileceğinin ip uçlarını da
veriyor. İnsanın ihtiyacı olup olmadığının önemi kalmıyor. Reklamlarla, tv ve
gazetelerdeki haberlerle bir tüketim kültürü de oluşturuyorlar. İhtiyacı
olmadığı halde tüketen insanların olduğu bir piyasada, hak etmediği halde ve
yasadışı yollarla para kazanmak da sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü
körüklenmiş tüketimini yapabilmesi için kazanabileceğinden, harcayabileceğinden
fazlasına ihtiyacı var insanların. Buna sahte insan diyorum. Kendisi olamayan,
kararlarını kendisi veremeyen, tüketim alışkanlıkları reklamlar, mankenler,
magazin sayfaları tarafından kolayca belirlenebilen insan tipi.
HER ÖZGÜRLÜK SINIRLIDIR
Gerçekte
bu konu uzun araştırmalar ve ciddi eğitim politikalarıyla açığa çıkarılması
gereken bir konu. Ancak insanların kolayca para kazanmalarının yüceltildiği ve
kamusal güvenceden yoksun bırakıldığı her ekonomik model herşeyin sahtesini
üretecektir. Bir not düşmekte yarar görüyorum. Nüfusuna göre oranlandığında
cezaevlerinde en fazla tutuklu bulunan ülke ABD. En fazla suç işlenen ülke
İzlanda. En çok idam cezası uygulayan ülkelerin başında ABD geliyor. En az suç
işlenen ülkeler arasında batılı ülkeler yok denecek kadar az. Demek istediğim
özgürlük tanımını insanın doğal yapısından soyutlayarak yaparsanız, üretim ve
tüketim ilişkilerini, insani gereksinimlere göre belirleyip bu konuda kültür
oluşturmazsanız işte size özgürlükler ülkesi örneği. En fazla suçlu bulunan
ülke. İnsan hiçbir davranışıyla ne
kendisine ne de başkalarına zarar verme özgürlüğüne sahip değildir. Siyasi
iktidarlardan, patronumuzdan, yerel yöneticilerimizden, komşularımızdan
hakkımız olanı isterken hakkımızdan ve ihtiyacımızdan fazlasını istememeyi de
öğrenmek ve öğretmek zorundayız. İzlediğiniz belgesellerde tok bir yırtıcı hayvanın
avlandığını gördünüz mü? Söylemek istediğim: Doğallığını koruyan hiçbir canlı
tüketim çılgınlığına yönelmiyor. Yaşadığı çevreyi tahrip etmiyor. Diğer
canlılara zarar vermiyor. İnsan hariç.
Sahi
son yıllarda ekonomik içerikli suçlarda neden patlama yaşanıyor? Son dört yılda
ülkemizde 22 cezaevi kurulmasına neden olan unsurlar nelerdir? Merak etmeyelim
mi?
(1) Birgün Gazetesi
20.02.2005 Sf.20
2005/ salim çalık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder