Ülkemizde Haber Türk Kanalı, Avrupa’da ise Fransa ile bazı ülkelerin medya kurumları İkiz Kule olayının bir ABD provokasyonu olduğu yönünde önemli belge ve görüntüler açıkladılar. Ancak nedense kimse görmedi. Örneğin; uçakların kulelere çarptığı sırada bir tatbikat için orada bulunan Fransız itfaiye ekibinin çektiği görüntüler yayımlandı. Uçakların yolcu uçağı olmadığı görülüyor. Olay sırasında ABD medyasının çektiği tüm görüntülere ABD gizli servisinin el koyduğu açıklandı. Hiçbir uçak çarpmamasına rağmen İkiz Kulelerin yanında bulunan 60 katlı bir binanın nasıl yıkıldığı sorusuna yanıt aranıyor. Kulelerin oldukları yere yığılmasının patlayıcılarla olabileceğini belirtti uzmanlar. Komplo teorisi gibi görünse de olasılık dahilindedir böyle bir provokasyon. Pentagon’a çarpan uçağın komuta kısmına değil de bakım yapılan kısma çarptırılması, ölen yolcuların adlarının açıklanmayışı gibi daha birçok soru var...
Yani terör dediğimiz şeyin terör olmama olasılığı da yüksek. Asıl konumuza dönelim. İnsanların öldürülmesi gerekçe yapılarak dünyanın ABD tarafından tehdit edilmesindeki çifte standarda değinmek istiyorum.
HİLELİ TERAZİ
İnsanların silahla öldürülmesi terör. İnsanların kimyasal, biyolojik, nükleer silahlarla öldürülmesi de terör tanımı içine girmez mi? Girer. Zaten ABD şer mihveri olarak dayattığı ülkeleri de bu silahlara sahip oldukları veya olabilecekleri paranoyası üzerine oturttuğu iddia ile tehdit ediyor. Burada bir soru da Hindistan’ın, Pakistan’ın, İsrail’in, Çin’in, Rusya’nın, ABD’nin sahip olduğu bu silahlara başka bir ülkenin sahip olmasının neden tehlike olarak görüldüğü. İsrail daha mı az saldırgan? Bu silahları Japonya’da, Vietnam’da, Irak’ta, Afganistan’da kullanmış olan ABD daha mı tehlikesiz? Hindistan ve Pakistan’ın Keşmir sorunu nedeniyle zaman zaman karşı karşıya gelmeleri kitle imha silahlarının kullanımı açısından tehlikeli değil mi? Yoksa ABD ve batılı ülkelerle rejim sorunu olan ülkeler mi tehdit olarak algılanıyor? Savaşın kendisi öldürülen siviller açısından terör değil de nedir? Şiddet terazisi ABD, İsrail ve destekçilerinin elinde olduğu için terör ve terörist tanımlarında hile yapılmıyor mu?
TEKELCİ SERMAYE TERÖRÜ
Madem ki öldürmek terör. İşte size bugüne kadarki terör eylemlerinin toplamından daha fazla ölüme neden olan sanayi terörü. Dünyanın yüzde 40’ı temiz su bulamıyor. Bu yüzden yılda 25 bin kişi ölüyor. Çevresel kirlenme sonucu oluşan iklim değişiklikleri nedeniyle başta Afrika kıtası olmak üzere kuraklık yaşanan ülkelerde yılda 1 milyon kişi ölüyor.
ABD fosil yakıtların kullanımını önleyen ve denetleyen Kyoto Sözleşmesi’ni imzalamadı. Çevre kirliliği bu hızda sürerse 2050 yılında dünyanın çölleşmesi, hatta buzul çağını yaşama tehlikesi bulunduğunu uzmanlar söylüyor. Ülkemiz 2030 yılından itibaren bu sürece girecek.
Kitle imha silahlarının yayılmasını önleyen ABD ve yandaşları, kendi ülkelerinin sanayi kuruluşlarının yol açtığı çevresel felaketin sonucunda ölen yüzbinlerce insanı görmüyorlar. Silahlarla öldürmek yasak. Fabrika atıkları ile serbest. Hayali senaryolarla tehdit unsurlarını sıralayan ABD; Afrika ‘da, Güney Asya’da yaşanan açlığın ve susuzluğun yarattığı gerçek kitle imha durumunu umursamıyor.
Daha çok, daha ucuz üretim ve daha fazla kar hırsının vardığı yer: Gelişmemiş ülkelerde yaşayan insanların sömürülmesi ve çevre felaketleriyle öldürülmesi. Batılı ülkelerde yasaklanmış tarım ilaçlarını gelişmemiş ülkelerde kullanan Dow Chemical, Shell Oil, Standard Furit gibi şirketlerin insanların ölümüne neden olmalarına göz yummak nedir sizce? El Kaide ile bunların arasında öldürdükleri insanların rengi dışında ne fark var?
Kapitalist devlet örgütlenmeleri liberal yanlarını hızla terk ederek insansız bir yaşamı örgütler duruma geldiler. Bunlara yeni muhafazakarlar diyorlar. Öncelikleri arasında sermaye, piyasa, borsa, rant, döviz ilk sıralarda yer alıyor. İnsan bir üretim faktörü (emek) olduğu sürece yer alıyor bu sıralamada.
Yeni muhafazakarlık denen şeyin yeni olan tek yanı kullandığı teknoloji. Yoksa bize coğrafi keşifler olarak öğretilenler de, orta çağ derebeylikleri de, Afrikalılar’ın köle olarak ABD’ye taşınması da bugün yaşadıklarımıza benzemiyor mu? Evet. Aç bırakıyorlar, yoksulluğa tutsak ediyorlar. Biz gönüllü köleler olarak boğaz tokluğuna gidiyoruz oralara çalışmaya. Bir tek zincirlerimiz yok. Nesi yeni bunun?
ABD, Almanya, Kanada, Avustralya vd.nin gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerden her yıl kabul ettikleri birlerce göçmenin yol açtığı sonuçlar çok masum? Aranan koşullar neler? Bilgisayar, tıp, gıda gibi öne çıkmış alanlarda eğitim almış olmak, en az 2 yabancı dil bilmek, herhangi bir siyasal örgütlenme içine girmemiş olmak vs. Yani az gelişmiş ülkelerin güç bela yetiştirdikleri nitelikli insan gücünü satın almak. Peki bu insanların eğitimi için harcanan emek ve paranın geri dönüşünden kimler yararlanmış oluyor? Bu ülkelerin geri kalmasına neden olan çok ileri ve demokratik ülkeler.
PAYLAŞILMAYAN SERVET ve...
Dünyada 3 milyara yakın insanın günlük geliri 2 dolar ve altında. Yani mutlak yoksulluk ve açlık sınırının altında. Dünyada ülkemizden de 8 kişinin yer aldığı, kişisel serveti 1 milyar dolar ve üzerinde olan 625 kişi var. (43 milyar dolarla Bill Gates 1. sırada) Dünyada üretilen hizmet ve ürünlerden elde edilen payın dağıtılmasındaki bu adaletsizliğin sonucu ortaya çıkan açlığın ortadan kaldırılması için ne yapılıyor? Açların isyan etmeleriyle ortaya çıkabilecek toplumsal dönüşümleri önlemek için güvenlik önlemleri artırılıyor. Silahlanmaya gidiliyor. Güvenlik sektör haline dönüştürülüyor.
Yalnızca güvenlik sektör haline dönüştürülmüyor. Sermayenin örgütlenişi ve insan üzerinde yarattığı mutsuzluğun, tahribatın sonucun da; insanlığın yarattığı tüm kültür değerlerinin para karşılığı alınıp satılır olduğu inancı ve anlayışı egemen kılınıyor. Dünyada 2 milyon çocuk fuhuş sektöründe köle olarak çalıştırılıyor. Beyaz kadın ticareti denerek bir pazar sunuluyor. Müşterileri kimler? Yetişmiş insan gücünü kendi ülkelerine transfer eden gelişmiş ülke insanları. Bu kez kadın ve çocukları kendi ülkelerine transfer etmiyorlar. Turist olarak az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere giderek beyazların sahip olduğu sahil ve otellerde çocuk ve kadınları 1-2 geceliğine satın alıyorlar.
Özellikle Güney Asya ile Doğu Avrupa kadın ve çocukları bu şekilde köleleştiriliyorlar. Her yıl ülkelerin insan hakları sicillerini açıklayan, tüm dünyada terörist avına çıkan güç odakları çocuk ve kadınların fuhuş başta olmak üzere köleleştirilmesine ses çıkarmıyorlar. Önlem de almıyorlar. Oysa aynı güç odakları çocuk emeği ürünlerinin kendi ülkelerinde ve pazarlarında satılmasını engelliyorlar. Kimi koruyorlar? Tekelci sermayeyi...Kimi koruyorlar? Birçok ülkenin bütçesinden daha fazla kişisel servete sahip zenginlerin pazar paylarını...Üretim ve hizmetin amacı insan ihtiyacı ise insan neden korunmuyor?
İlaç tekellerinin zorlamasıyla yürürlüğe girecek olan yeni patent uygulaması sonucu Hindistan’ın ucuz ilaç üretimi önlenecek. Dünyanın en büyük kopya ilaç üreticisi olan Hindistan bundan böyle patent karşılığı ilaç kopyalayabilecek. Bunun sonucunda çoğunluğu Afrika ülkelerinde olmak üzere 25 milyon insanın aids hastalığından ölebileceği belirtiliyor. Çünkü bu ilaçları ucuza üreten Hindistan ucuza satarak aids tedavisine de katkı yapıyordu. Bazı ülkeler Hindistan’dan aldıkları ilaçları ücretsiz dağıtarak ilaç tekellerinin pazar paylarını daraltıyordu. Şimdi ne olacak? Parası olmayan ölecek. Peki insanların ilaç alacak paraları olmadığı için hastalıktan ölmelerine neden olmak, göz yummak nasıl adlandırılabilir? Bence tekelci sermaye terörü...
YALNIZCA ADALET
Sermaye düşmanlığı yaptığım düşünülebilir. Yukarıda saydığım ölçütlere göre insanı üretim aracı gördüğü sürece sermaye düşmanı olmak beni rahatsız etmez. Çünkü, bu dünyada (ya da doğduğu ülkede) yaşamaktan doğan haklar arasında üretilen değerlerin adil bölüşümü olduğunu düşünüyorum. İnsanların temiz su, barınma, beslenme, huzur içinde yaşama, demokratik haklardan eşit olarak yararlanma hakkı cebindeki paraya göre verilmemelidir. Hiçbir şirket veya ülkenin insanlığın ortak mirası olan doğal çevrenin ve insanın tahribatı, köleleştirilmesi pahasına üretim yapma hakkı da olmamalıdır.
Temel haklar olarak bildiğimiz haklar parayla alınıp satılan meta olarak görülmemelidir. En önemlisi de; silahlanmaya ve güvenlik araç gereçlerine ayrılan yüz milyarlarca dolar istihdama, altyapı ve sağlık, eğitim gibi alanlara aktarılmalıdır. Varolan nükleer silahların yarısının patlamasıyla dünyanın yok olacağını bu silahları yapanlar da biliyor. Önemli olan bu dünyada yaşamak mı, bu dünyayı yok etmek mi? Harcayamayacağımız kadar kişisel servetler biriktirmek mi, o servetlerin birikiminde emeği olanların hakkını vermek mi önemli? İnsanlık için sorular sormak gerekiyor. Sorular...
Birleşmiş Milletler (BM) 2005 yılı İnsani Gelişmişlik Raporu açıklandı. Birçok medya kurumu, ekonomist, siyasetçi bu raporu görmezden geldi. Bir-iki gazete dışında medya BM’in raporunu sayfa diplerine sıkıştırdı. Daha magazinsel ve ilgi çekici olduğunu düşündüğü şatafatlı düğün haberleri kadar yer tutmayan rapor, insanlığın içine düştüğü, düşürüldüğü ekonomik katliamın bir göstergesiydi oysa...
SANİYEDE 20 ÇOCUK...!
BM Raporuna göre dünyada önlenebilir nedenlerden dolayı 1 dakikada 1200 çocuk ölüyor. Başka bir anlatımla açlık, savaş, temiz suya ulaşamama, hastalık gibi nedenlerden dolayı 1 saniyede 20 ÇOCUK ölüyor. Terör eylemlerinde ölenlerin, burnu kanayanların günlerce haber yapıldığı egemen haber kaynaklarımızda, 1 saniyede 20 çocuğun önlenebilir nedenlerden dolayı ölmesi yılda bir kez o da BM raporu nedeniyle haber olabiliyor.
Bomba ve silahlarla öldürülenleri kurban, öldürenleri katil olarak sunan medya, gelir dağılımındaki adaletsizliğin, çevrenin kar hırsıyla tahrip edilmesi ve az gelişmiş ülke kaynaklarının sömürülmesinin sonucu yaşanan kitlesel ölümleri görmüyor... göstermiyor!
Elbette bu tür karşılaştırmalar hoş değil. Ancak yalnızca önlenebilir nedenlerden dolayı bir günde yüzbinlerce çocuğun ölmesinin Londra’da, ABD’de, İspanya’da ölen insanlar kadar haber değeri yok mu? Terörü önlemek adına milyarlarca doların silah fabrikalarına, güvenlik araç gereçlerine, saldırı planlarına aktarılması karşısında; yalnızca ABD’nin askeri harcamalarının % 10 ile bu ölümlerin durdurulabileceği gerçeği karşısında, bu çocuklar bunu hak etmiyor mu diye sormayacak mıyız?
YALNIZCA ADALET
BM’nin açıkladığı raporu göre; 2,5 milyar insanın günlük geliri açlık sınırı olan 2 doların altında. bu 2,5 milyar kişi dünya gelirinin yalnızca % 5’ini kullanıyor. 2 milyar 600 milyon kişi sağlıksız koşullarda yaşıyor. 850 milyon kişi yetersiz besleniyor. 800 milyon kişi okuma yazma bilmiyor. 2015 yılı için 800 milyondan fazla insanın açlıkla başbaşa kalacağı öngörülüyor.
Bu rakamlar gerçekte, hergün doğal olmayan bir felaketin yaşandığını gösteriyor. Üstelik bu felaket önlenebilir durumda. Dünyadaki kaynakların toplumsal amaçlar ve yararlar gözetilerek kullanılması ve tüketilmesi durumunda bu çocuklar ölmeyecek. Kaynakların kullanımı sırasında doğa tahrip edilmese bu açlık ve susuzluk büyümeyecek.
Elde edilen gelirin adil olarak bölüşülmesi sağlanabilse, emperyalizmin ve tekelci sermayenin kar hırsı insan yaşamının önüne geçmese bu ölümler ve açlık yaşanmayacak. Bu ekonomik modelin insanı önemseyen bir yanı olsa 2015 yılında bile 800 milyon kişinin aç kalacağı öngörüsü yapılmayacak.
CAN MI MAL MI?
İnsanlığın getirildiği noktayı en iyi gösteren olaylardan biri de doğal afetler. Ülkemiz dahil birçok ülkede (Çin, Japonya, Küba vb.) insanlar kurtarma ve tahliye çalışmalarına gönüllü katılıyor. Fakat en önemli olay; Örneğin ABD başkanı bush, afet bölgesine geç gönderdiği askerlerine mal ve can güvenliğini koruma emrini verdi. Yani askerler saydığım ülkelerde olduğu gibi enkaz kaldırma, tahliye gibi çalışmalarda kullanılmadı. Katrina Kasırgası sonrası ABD yönetiminin zencileri ve yoksulları kurtarmak için birşey yapmadığı görüşü de buna benzer olaylardan sonra gelişti. Aynı zaman dilimi içinde Japonya’da yaşanan tayfunda Japon askerleri halkın tahliyesi ve kentin sellere karşı korunması için çalışıyorlardı.
Tekelci sermayenin ve emperyalizmin kalesi, dünyanın süper gücü bir doğal afete yeterince önlem almamakla, afet sonrası tutumuyla sorgulanmaya başladı. bush ve çevresi petrolcüleri, silah tüccarlarını düşündüğü kadar yoksulları ve esmer vatandaşları (insanları) düşünmediğini göstermiş oldu. ABD yönetiminin insanı saydığını ve ideolojik olarak tekelci sermayenin çıkarını düşündüğünü söyleyenleri bush ve yönetimi haklı çıkardı. Tıpkı Irak’a, Afganistan’a enerji kaynakları ve yollarını denetlemek için girdiği gibi, Filistin halkını yaşadığı katliama seyirci kaldığı gibi, yüzbinlerce kişinin açlıktan ölmesine de seyirci kalıyor.
İşgal etmeyi düşündüğü, savaş açtığı ülke insanlarını öldürmek için satın aldığı silahlara harcadığı paranın % 10’u açlıktan ölümleri durdurmaya yetiyor. Peki insanları öldürmek için harcanan paraların % 10’u neden insanları yaşatmak için harcanmıyor? Bu ideolojik bir tutum değil mi?
Sermayenin insanları yoksullaştıran, üretim aracı (!) ve tüketici (para) olarak gören anlayışı sonucu açlık ve önlenebilir nedenlerden dolayı ölümler artıyor. Daha önce de belirttiğim; 'kanser hastalığını iyileştiren ilacın bulunduğu, ancak piyasadaki ilaçların tüketilmesi için yeni ilacın piyasa sürülmediği iddiasının saygın kurum ve uluslar arası yayınlarda dile getirildiği' iddiasının doğru olduğunu düşündüren gelişmeleri izlediniz mi?
'İngiliz bilim adamları, kansere karşı son derece etkili olan bir ilaç geliştirdiklerinin müjdesini verdiler. Uzmanlar, Tarceva isimli ilacın özellikle akciğer kanserine yakalanan kanserli hastaları 1 yıl içerisinde iyileştireceğini öne sürüyorlar. İlaç, Amerika'da onaylandı. Ancak satışa sunulması için 2 yıl süresi var.'
'Rahim ağzı kanserine çözüm (ilaç) bulundu. 300 milyon kadın bu hastalığa yakalanıyor ve bu kadınları %50'si hayatlarını kaybediyorlar. Rahim ağzı kanserini iyileştiren ilaç 2006 yılı sonunda piyasa sunulacak.
'Güney Asya'daki ansefalit salgınında ölenlerin sayısı giderek arıtıyor. Ansefalit salgınından ölenler Hindistan ve Nepal'in yoksul eyaletlerinde yoğunlaşıyor. Hastalıktan ölümlerin önlenmesi için kullanılan aşıların değeri 1 dolar. Ancak ölümlerin yoğun olduğu bölgelerde yaşayanların günlük gelirleri 1 doların altında. Ve bu bölgelerdeki halkın hastanelere gidecek yol paraları yok.'
OLAĞAN MI?
Dünyada her yıl milyonlarca kişi kanserden ölüyor. Ancak bu ilacı üretenler piyasaya sürmeyi 1-2 yıl sonrasına erteliyorlar. Peki bu zaman dilimi içinde tedavi olamadığı için ölenler ne olacak? Ya da neden milyonlarca hasta tedavi olmayı beklemesine rağmen akciğer ve rahim ağzı kanseri için çözüm olduğu iddia edilen ve ABD tarafından da onaylanan ilaç (lar) hastalara sunulmuyor?
Güney Asya'da ölen ve çoğu çocuk olan binlerce kişinin 1 dolarlık aşı parası bulamadıkları için ölmeleri olağan mı? Sağlığın bir hak değil de, parayla alınıp satılan bir mal (meta) olarak görülmesinin en acı sonuçları anlattığım bu 3 olayda net olarak görülmüyor mu? Milyonlarca insanı ölümden kurtaracak ilaçları elinde bulunduran şirketlerin ve onların arkasındaki devlet güçlerinin takındıkları bu tutumun terör olmadığını söyleyebilir miyiz? Göre göre, bile bile üstelik tedavisi olanaklı duruma gelmişken insanların ölmelerine izleyici kalmanın adı nedir? Bu durumu ortaya çıkaran ekonomik modele vahşi kapitalizm tanımlaması bile az değil mi?
ARTAN YOKSULLUK
2,5 milyar insan dünya gelirinin % 5'i ile yaşamaya çalışıyor. Dünyanın en zengin 5 kişisinin serveti Türkiye (dünyanın 17. büyük ekonomisi) 'nin bütçesini aşıyor. Sermayenin tekelleşmesinin sonuçlarından biri gelir dağılımı adaletsizliği. Ekonominin sosyal yanlarının öne çıkarılmadığı ve üretim-bölüşüm ilişkilerinin buna uygun olarak düzenlenmediği durumlarda yoksulluğun artacağını görmek için kahin olmaya gerek yok.
Ülkemizde günlük geliri 2 dolar ve altında olan 18 milyon kişi var. Özelleştirme süreçlerinden (1985-2005) bugüne kadar yaşananları anımsayınız. Kendi gelirinizin 10-20 yıl önceki reel alım gücü ile bugünkü reel alım gücünü kıyaslayın. 10-20 yıl önceki işsiz ve yoksul sayısı ile bugünkü işsiz ve yoksul sayısını kıyaslayın. Çıkan sonuç sizin durumunuzu da gösterecektir. Ülkemizin ekonomi politikalarında geldiği noktayı da....
Ekonomi politikalarının başarısı istatistiksel olarak kanıtlanabilir. İkna edici de olabilir. Fakat, ekonomi politikalarının toplumsal yansımalarının en açık göstergeleri sokakta yaşananlardır. Artan suç oranları, artan intiharlar, sokakta yaşamak zorunda kalanların sayısı, en zengin ile en yoksul arasındaki gelir farkı gibi ölçütler ekonominin başarısını göstermektedir. Ekonominin değerlendirmesini sermaye (kapitalizm) gözlükleriyle yaparsanız bugünkü değerleri başarı olarak görürsünüz. Ekonomiyi insanların refahının artırılması ve gereksinimlerinin karşılanması olarak değerlendirirseniz tüm veriler bugünkü politikaların başarısızlığını gösterir.
Bu değerlendirmeler genel olarak tüm dünya için geçerlidir. Ancak, ekonominin sosyal boyutu göz ardı edilmeyen ülkelerdeki farklar da hemen görülmektedir. Görece yoksul olarak görülmelerine rağmen gelirin olabildiğince adil dağıtıldığı ülkeler de var. Bunu ölçmek için bazı ülkelerde ekonomik temelli suçların yok denecek kadar az olduğunu görmek ve düşünmek yeter. Tüm yoksulluklarına rağmen bazı ülkelerdeki çocuk ölümlerinin azlığını, ücretsiz ve erişilebilir sağlık hizmetinin yaygınlığını düşünmemiz ve görmemiz gerekir. Ekonomik büyüklük olarak orta sıralarda yer almasına rağmen birçok 'zengin' ülkeden daha iyi eğitim ve sağlık sistemine sahip ülkelerin varlığını düşünmek zorundayız.
Ekonomik sistemi insanların refah ve gereksinimlerini karşılamak üzerine kurarak işlettiğimizde ortaya çıkan sonuç:Bazı durumlarda yoksulluk görecelidir. Örnek mi? Türkmenistan! Bize 'demokrasi yok' denilebilir. Ancak ülkenin bir ucundan diğerine uçak yolculuğunun bedelinin 1 YTL., yıllık telefon ücretinin görüşmeler dahil 50 YKR., en pahalı tüketim maddesi etin kilosunun 4,5 YTL. olduğunu bilmemiz gerek. Üstelik Türkmenistan'da halkın % 90'ının kendi evi olduğunu.... 10 yıldır %18 büyüme hızına sahip olduğunu, ihracatının ithalatının 2 katı olduğunu ve hiçbir uluslar arası örgüte üye olmadığını bilmek düşünmemizi de gerektiriyor.
Bunları söylüyorum. Çünkü, başka bir yaşam ve başka bir dünya mümkün. Başka ekonomik uygulamalar mümkün. Başarılı olunduğunu gösteren örnekler de mevcut. Türkmenistan'da veya başka bir ülkedeki ekonomik uygulamaları demokratik koşullarda uygulamak da bize kalmış. Sonuçta ekonomi politikalarının mutlaklığına ilişkin ayet yok. En insani uygulamaları geliştirmek ve istemek bize düşüyor....
Dünya sağlık Örgütü raporuna göre;
Asya-Pasifik bölgesinde her yıl hijyen, kirli su kullanımı ve katı yakıt kullanımının artması sonucu 580 bin kişi,
Şehirlerdeki hava kirliliği ve başta kurşun olmak üzere bazı elementlerin olumsuz etkileri sonucu 405 bin kişi ölüyor.
40 yıl içindeki hızlı ekonomik kalkınma, sanayileşme ve şehirleşme nedeniyle çevreye bağlı risklerin oluştuğu belirtiliyor.*
'Haiti'de bir çocuk 54 sterlin.
Uluslar arası yardım kuruluşları yetkilileri pazarlarda bile çocuk satıldığını, erkek çocukların inşaat ve tarım işlerinde çalıştırıldığını, 12 yaşından büyük kızların ise fahişelik yapmaya zorlandığını belirtiyorlar.
Yardım kuruluşları yetkilileri Haitililer'in günde bir kere ekmek yiyebilmek için savaşım verdiklerini belirtiyor.
İnsan ticaretinin en yaygın olduğu ülke ise Dominik Cumhuriyeti. Haiti'den getirilen çocuklar bu ülkede 26 avro'ya satılıyor.'**
Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu; sıtma tehdidi altındaki Etiyopya'ya 6 milyon 700 bin dolar yardım sağlanmaması durumunda salgının beş yaş altındaki 6 milyon çocuğun hastalığa yakalanma riskiyle karşılaşacağını belirtti.
2003 yılındaki sıtma salgınında 80 bini çocuk 114 bin kişinin öldüğü anımsatıldı.'***
SOSYALİZASYON
Yukarıda verdiğim bilgilerin binlercesi yaşanıyor... binlercesi haber bültenlerine düşüyor. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi, yalnızca ABD'nin askeri harcamalarına ayırdığı bütçenin yüzde 10'u ile tüm dünyadaki sağlık ve açlık sorunu çözülebilir. Ancak bunun olması için, harcamaların silaha yani öldürmeye değil, insana yani sosyalizasyona yönlendirilmesi gerekiyor.
Etiyopya'da 6 milyon 700 bin dolar bulunamadığı için 6 milyon çocuğun risk altında yaşamasına göz yumabilmek için tüm değerlerin yitirilmiş olması gerekiyor. Bu da, üretim bölüşüm ilişkilerinin terörize edilmesiyle olanaklı. Yalnızca kazanmak ve ne pahasına olursa olsun kazanmak üzerine kurulu bir ekonomik modeli uygulamakla neden olunan sömürü ve açlık ile bir noktaya bomba koymak arasında fazla bir fark yok bence.
Yalnızca kazanmak v e ne pahasına olursa olsun kazanmak üzerine kurulu bir ekonomik modelin uygulanması sonucu; insanların içebileceği temiz suların kirlenmesine, soluk alacağı havanın kirletilmesine neden olarak insanların ölümünü hızlandırmak ile bombayı patlatmak arasında ne kadar fark var.
İnsanların çocuklarını satmalarına neden olacak kadar çaresizliğe itildiği bir küresel ekonomik modelden söz ediyoruz. Eskiden izlediğimiz köle (Kökler dizisi) filmlerinin günümüz dünyasında tüm canlılığıyla sürüyor ve artıyor olması düşündürücü değil mi?
NEO KÖLELİK
Egemen ekonomik modelin adı neo liberalizm. Bush ve şürekasının uyguladığı dünya siyasetine de neo con (yeni muhafazakarlar) deniyor. Oysa tüm yaşananlar yeni birşeyin olmadığını gösteriyor.
Yalnızca köleliğin biçimi değişiyor. Güney Asya'da çocuklar 5-10 yıllığına tekstilcilere kiralanıyor. Güney Amerika'da satılıyor. Doğu Avrupa'da fuhuş, hırsızlık çetelerinin kadrolu elemanı yapılıyorlar. Görece iyi durumda olanlar ise; günde 2 dolar ve altında bir gelirle yaşamaya çalışıyorlar. Daha önceki yazılarımda çağdaş kölelik düzeni olarak tanımladığım durum da bu zaten. Küreselleşme ve dayattığı ekonomi politikalarında işsizlere, çocuklara, emekçilere yer yok. Tüm değerlerin yok edildiği ve para kazanmaya kurulduğu bir düzen dayatılıyor.
Bu yüzden küreselleşmeye ve ekonomi politikalarına karşı emeğin örgütlenmesi gerekiyor. Ezilen ve sömürülen ülkelerin ortak davranması gerekiyor. Siyasetin geçmişi yinelemeden, yeni bir dünya modeli oluşturması gerekiyor.
* 23.09.2005 BirGün Gazetesi
** 24.09.2005 BirGün Gazetesi
***25.09.2005 BirGün Gazetesi
salim çalık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder